‘Annemin Kütüphanesi’

Nihayet dergisinden “Karikatür” dosyası vesilesiyle 2016 yılının başlarında söz etmiştim. Yakın zamanlara kadar Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, birkaç aydır da şair Ahmet Murat yönetiminde çıkan bu güzel dergi, yeni yılı bambaşka bir kılıkta karşıladı.

Dosya konusu olarak “Babamın Kitapları ya da Bir Kütüphaneyle Büyümek” gibi cazip konunun işlendiği yeni sayıyı geçenlerde hevesle satın aldım ve evde koltuğuma gömülüp sayfalarını çevirmeye başladım. Ahmet Murat’ın editör olarak dosya konusu hakkında açıklamalarda bulunduğu yazı dışında hiçbir yazıyı tam okuyamadım dersem, inanın. Hayır, yazılar kötü olduğu için değil; o kadar küçük punto kullanılmış ki, yakın gözlüğüm yetersiz kaldı. Özellikle renkli basılmış metinler hiç okunmuyordu. “Herhalde okunması için değil, bakılması için hazırlanmış,” diye düşünerek bütün sayfaları tek tek gözden geçirdim. Elhak, tasarım estetik açısından kusursuz; kusursuz ama...

Son zamanlarda muhtevanın tasarıma kurban edildiği yayınlarla çok sık karşılaşıyor ve bunu hiç doğru bulmuyorum. Tasarladığı sayfa düzenine uygun bulmadığı yazıların budanmasını isteyen tasarımcılar bile var. İyi bir tasarımcı, metinleri sayfalara yerleştirirken kendi egosunu tatmin etmeye değil, okuyucuları düşünerek, bu metinlerin daha kolay ve daha fazla zevk duyularak okunmasını sağlamaya çalışır. Marifet, estetikle rahat okunurluğu bir araya getirebilmektir.

***

Her neyse, “Babamın Kitapları” dosyasının ilgimi çektiğini söylemiştim. Ümit Meriç, Yusuf Kot ve Ahmet Murat babalarının; Asım Cüneyt Köksal, dedesi Asım Köksal’ın; Sümeyye Kavuncu da annesi Yıldız Ramazanoğlu ile babası Burhan Kavuncu’nun kütüphanelerini ve bu kütüphanelerle ilişkilerini anlatmışlar. Cemil Meriç’in kütüphanesinin bunlar arasında çok özel bir yeri olduğunu ayrıca belirtmeye gerek var mı? Ümit Meriç’le yapılan röportajı, çok küçük bir punto ve açık mavi renk kullanıldığı için pertavsızla bile okuyamadım. İlk fırsatta neler anlattığını kendisine sorar öğrenirim artık.

Hazır bir kütüphanenin içine doğan çocuklar çok şanslı. Eğer babaları yahut anneleri kütüphanelerine kapanarak kendileriyle yeterince ilgilenmedikleri için kitaplarla aralarına mesafe koymamışlarsa -öyleleri de var- önlerinde erkenden zengin bir dünya açılıveriyor. Ben onlardan değilim maalesef. Yani babamın ballandıra ballandıra anlatacağım bir kütüphanesi yoktu. Babama nazaran daha okuryazar olan annemin –ki eski bir ilkokul mezunuydu ve iki yazıyı da mükemmelen okur ve yazardı- taşbaskısı kitapları vardı: Kur’an-ı Kerim ve halkımızın asırlar boyunca okuyup beslendiği kitaplar: Mevlid-i Şerif, Muhammediye, Ahmediye, Müzekkinnüfus, Kara Davud, Battalnâme... Bir de yazma bir Yusuf ü Züleyha’sı vardı. Ali Birinci üstadımızın başkanlığı sırasında Türk Tarih Kurumu’na bağışladığım yazmalardan biri olan bu mesneviyi annem kendine has bir teganni ile ve aruz bilmediği halde vezni doğru bir biçimde vurgulayarak (yani takti ederek) okurdu; küçük Yusuf’un kardeşleri tarafından kuyuya atılışının ve babası Hz. Yakub’un ağlaya ağlaya gözlerini kaybedişinin anlatıldığı bölümlerde bizim gözlerimiz dolardı, onunsa iki gözü iki çeşme...

Annemin Battalnâme okuduğu gecelerde ise heye candan nefeslerimiz kesilirdi. Maceradan maceraya koşan Battal Gazi, kâfir Bizanslıları tepeledikçe gururlanır, yakın yoldaşlarından Abdülvahab ve Ahmed Turan gazilerin adları geçtikçe, akrabalarımızdan söz ediliyormuş gibi sevinirdik. Çünkü bu iki gazinin türbeleri Sivas’tadır. Hele aslında bir keşişten başka bir şey olmayan ve Halife’nin sarayında casusluk eden Ukba Kadı’nın hikâyesi... Battal tarafından foyası meydana çıkarılana kadar, her okunuşta, dokuz doğurmuşuzdur.

Unutmadan kaydetmeliyim: Malik Aksel merhumun resim sanatı açısında incelediği taşbaskısı halk hikayelerinden bazıları da vardı annemin kütüphanesinde. Mesela Kerem ile Aslı, Şah İsmail, Derdiyok ile Zülfüsiyah, Köroğlu...

Galiba rahmetli anneciğimin mini kütüphanesini yok sayarak haksızlık ettim. O yıllarda işlemeli bir kılıf içinde duvarlara asılan bir Kur’an-ı Kerim nüshası dışında basılı hiçbir şeyin bulunmadığı evler de vardı. Demek ki ben de şanslıymışım, ama azıcık...

***

Bu yazıyı izninizle şahsî kütüphanelerin önemini vurgulayarak noktalamak istiyorum. Özellikle ilim, fikir ve sanat alanlarında etkili olmuş şahsiyetlerin kütüphaneleri mutlaka muhafaza edilmelidir. Her kütüphane, sahibinin dünyası, hatta otobiyografisidir; şahsiyeti, dünya görüşü, zevkleri, ilgi alanları, her şeyi kütüphanesine yansır. Şahsî kütüphaneler, sahipleri öldükten sonra dağılınca o dünyalar da yok oluyor. Yerim müsait olsaydı, dağılmış, haraç mezat satılmış önemli kütüphanelerden söz ederdim. Başta üniversiteler olmak üzere mevcut kültür kurumlarının şahsî kütüphaneleri -eğer varisleri elden çıkarmak istiyorlarsa- satın almaları ve şahsî kütüphane hüviyetlerini koruyarak muhafaza etmeleri gerekir.

Nihayet’in yeni sayısında malum sebepten okuyamadığım, ama başarılı olduklarını tahmin ettiğim başka yazıların da bulunduğunu hatırlatmak isterim. Merak edenler, gözleri sağlamsa, edinip okusunlar.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum