Atatürk Kültür Merkezi

Atatürk Kültür Merkezi, yıllarca operalar, baleler seyrettiğimiz, konserler dinleyip sergiler gezdiğimiz, önünde dostlarımızla buluştuğumuz, Taksim denildiğinde birkaç neslin aklına ilk gelen, hatıralarımıza şöyle veya böyle karışmış bir binadır. Bu sebeple ben de AKM’nin bütünüyle yıkılmasını doğru bulmadığımı, mevcut binayı da en azından dış görünüşüyle içine alacak bir çözüm bulunması gerektiğini yıllar önce yazmıştım.

Bir zamanlar yaşadığımız evlerin yıkılması, koşup oynadığımız sokakların yok olması, sularını içtiğimiz çeşmelerin kuruması, hayatımıza karışmış ağaçların kesilmesi, başkalarını bilmem ama, bana uzviyetimden bir parça koparılmış gibi acı verir. Okuduğumuz okullar, heyecanlı filmler seyrettiğimiz sinema salonları, tiyatrolar, kültür merkezleri vb. için de aynı şey söylenebilir. Sözün kısası, mümkün olduğu kadar muhafaza etmekten yanayım; çünkü bir binayı yıktığınız zaman o bina etrafında oluşmuş bir dünyayı da yıkmış oluyorsunuz.

İyi ama, bir binayı hatıralarımızın bir parçası olduğu için kendi hâline bırakıp daha sonraki nesilleri de bize bir zamanlar yeten şartlara mahkûm etmek doğru mu? Atatürk Kültür Merkezi projelendirildiğinde İstanbul’un nüfusu ne kadardı, şimdi ne kadar? O yılların teknolojisi nerede, şimdiki nerede?

***

Evet, Atatürk Kültür Merkezi’nin bütünüyle yıkılmasını doğru bulmadığımı söyledim; fakat içinin yenilenmesine, genişletilmesine, yaşayan bir kültür merkezi haline getirilmesine karşı çıkılması “korumacılık” değil, kelimenin asıl mânâsında “gericilik”ti. Atatürk Kültür Merkezi’ni yenilemek için gönüllü olan Mimar Murat Tabanlıoğlu’nun projesine bile karşı çıkılmıştı. Murat Tabanlıoğlu kim? Bu binanın mimarı Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu... Babasının mirasına ondan daha iyi kim sahip çıkabilir?

Bilenler bilir, Atatürk Kültür Merkezi soğuk yüzlü, kasvetli ve çok resmi bir binadır. Birilerinin zannettiği gibi âhım şahım bir sanat eseri hiç değil... Sizi içine çekmez, tam aksine, sahnelerinde perdeler indikten sonra kendinizi hemen dışarı atmak isterdiniz. Üstelik her şeyiyle köhnemişti; bir an önce elden geçirilip İstanbul’un kültür hayatına yeniden kazandırılması gerekiyordu. Birilerinin Atatürk Kültür Merkezi’ne tek çivi bile çaktırmamak için Koruma Kurulu ve Yargı’yı da arkasına alarak verdiği canhıraş mücadele inanılır gibi değildir.

Kültürle, sanatla uzaktan yakından alâkası olmayan, bütünüyle siyasî bir mücadeleydi bu. Taksim’e yeni bir kültür merkezi fikri ortaya atıldığında “Yıkıp yerine cami yapacaklar!” yalanı kullanılarak basılan yaygarayı unutmadık.

***

On yıllık bir mücadele sonunda bütün engeller aşılarak Atatürk Kültür Merkezi’nin işgal ettiğinden çok daha geniş bir alana aynı isimle büyük bir opera binası yapılması için kollar sıvanmış bulunuyor. Murat Tabanlıoğlu tarafından hazırlanan projenin Haliç Kongre Merkezi’nde geçen Pazartesi günü düzenlenen lansmanına ben de katıldım. Dikkat çekici bir çözümle eski AKM’nin cephesini muhafaza ederek hem babasının hatırasına, hem de İstanbulluların hafızasına saygısını ifade eden Tabanlıoğlu’nun AKM projesi, belki de Cumhuriyet Türkiye’sinin en prestijli yapılarından biri olacak ve Taksim Meydanı’na yeni bir kimlik kazandıracak. AKM’nin tek başına değil, meydanı da dönüştürecek, daha doğrusu Taksim Meydanı’nın asıl mânâsında bir meydan olmasını sağlayacak bir proje olarak telif edilmesi de isabetli bir karardır. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, tanıtım programında yaptığı ilgi çekici konuşmasında, trafiğin yer altına çekilerek Taksim Meydanı’nın bütünüyle yayalaştırılacağını söyledi.

Cephenin büyük bir ekran olarak kullanılması, yani konser ve gösterilerin dışarıdan da seyredilmesi sağlanarak sanatın demokratikleştirilmesi isabetli bir karardır. Önemli olan, AKM’nin bu topraklarda yeşermiş zengin kültürün de yer bulabildiği, yeni bir terkibin önünü açacak sanat faaliyetlerinin gerçekleştirildiği -tabii en yüksek seviyede- bir mekân olarak inşa edilmesidir. Cemal Reşit Rey Konser Salonu kapılarının bir zamanlar Türk musikisine sıkı sıkı kapalı olduğunu unutmuş değiliz. Yanlış anlaşılmasın; kapıların ardına kadar açılarak seviyenin düşürülmesini aklı başında hiç kimse arzu etmez.

Son olarak söz konusu lansmandan da kısaca söz etmek istiyorum. Keşke, davetli listesi tanzim edilirken popülerlik kriter olarak benimsenmiş olmasa, popüler olmadıkları için kamuoyunun yakından tanımadığı, ancak kültür ve sanat hayatının asıl yapıcıları olan bütün önemli isimler ayrım gözetilmeden davet edilse ve davete icabet edenler salona incitilmeden alınsaydı; siyasî sloganların atılmadığı gerçek bir kültür-sanat ortamı sağlansaydı, Tayyip Bey yanına sokulanların değil, sokulmayanların da ellerini sıksaydı, onlarla görüş alışverişinde bulunabileceği bir ortamda, mesela bir yemekte bir araya gelseydi daha etkili bir tanıtım olur, hatta belki buzların belli ölçüde çözülmesi sağlanırdı.

Lansman, Kültür ve Turizm Bakanımız Numan Kurtulmuş’un yerinde ve zamanında ikazı sayesinde bir parti toplantısına dönüşmekten belli ölçüde kurtuldu. Ve eminim Tayyip Bey, dışarıda olup bitenlerden haberdar değildi. Haliç Kongre Merkezi’nin girişindeki çadırda öyle bir izdiham yaşandı ki, yaka kartı almaktan ümidini kesen birçok kültür ve sanat adamının geri döndüğüne bizzat şahit oldum.

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum