‘Bir ağaç gibi tek ve hür...’

Nâzım Hikmet’in “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan / Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan/ Bu memleket bizim” mısralarıyla başlayıp “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşcesine / Bu hasret bizim” mısralarıyla biten “Davet” şiiri gerçekten güzeldir. Kim istemez müreffeh, kimsenin kimseyle kavga etmediği, kimsenin kimseyi yok saymadığı ve herkesin fikrini baskıya ve hakarete uğramadan hür bir biçimde ifade edebildiği bir ülkede yaşamayı? Ama bu fikir ve ideal, insanlar için en doğru olanın ne olduğuna karar vermiş, bu idealin gerçekleşmesi için başka bir yol bulunmadığına inanan biri tarafından dile getiriliyorsa, onun nazarında hürriyet aslında fertler için bir ağacın hürriyeti kadardır.

***

Hayır’cı aydınların Nâzım’dan ödünç aldıkları “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine” mısralarını bildirilerine başlık olarak seçtiklerini görünce yıllar önce Özbek Türklerinden şair Muhammed Salih’in Ağaçlar Şair Olsa isimli şiir kitabı vesilesiyle yazdıklarımı hatırladım. Bu kitabı okurken dikkatimi çeken bir şiir ister istemez Nâzım’ın “Davet” şiiriyle Mevlânâ’nın bir gazelini hatırlatmıştı. Sovyetler Birliği’nin henüz dağılmadığı, fakat çürümüşlüğün iyiden iyiye hissedildiği yıllarda yazılmış şiirlerden oluşan kitabında Muhammed Salih şöyle diyordu:

Ağaçlar şair olsa, ne hakkında yazardı?

Biraz kuşlar hakkında;

gökyüzü, güneş

ve seyahat hakkında!

Seyahat, seyahat, seyahat

hakkında durmadan yazardı!

Mevlânâ’nın -Dîvan-ı Kebîr’in sayfaları arasında epeyi dolaştıktan sonra bulabildiğim- Farsça orijinali “Diraht eger müteharrik budî be-pâ vü per” mısraıyla başlayan gazelinin matla beyti ise şöyledir:

Ağaç, eğer ayakları ve kanatları

olsaydı

Ne testerenin derdini çekerdi,

ne baltanın

Beş altı gazeteci, 1990’larda Türk Cumhuriyetlerinin birkaçında -bağımsızlıklarını yeni kazanmışlardı- karayoluyla uzunca bir yolculuk yapmıştık. Uçsuz bucaksız ovalarda cetvelle çizilmiş gibi uzayıp giden yollar tahmin ettiğimizden iyi görünüyordu. Ancak bir süre sonra hiç trafik işaretinin bulunmadığını fark ettik. Yolları bilmeyen birinin istediği yere rehbersiz gitmesi imkânsızdı. Sovyetler Birliği’nde seyahat hürriyeti olmadığı için trafik işaretlerine ve tabelalara ihtiyaç hissedilmezmiş. Bırakın cumhuriyetler arası yolculuğu, şehirden şehire geçmek için bile vize gerekiyormuş.

Bu, Sovyetler Birliği’nde, insanların kendi şehirlerinde, kasabalarında, köylerinde vb. bir çeşit esir gibi yaşadıkları anlamına geliyordu. Sadece Sovyetler Birliği değil, bütün Demirperde devâsâ bir hapishane idi, halkların hapishanesi...

Hiç şüphesiz, seyahat hürriyeti temel hürriyetlerden biridir; eğer kısıtlanmışsa, yani yerinizden kımıldayamıyorsanız, kendinizi istediğiniz kadar “bir ağaç gibi tek ve hür” hissediniz, ayaklarınızdan zincirle bağlısınız demektir. Hürriyeti kendilerini ağaç gibi hissetmeden özleyenler soluğu dışarıda alıyor, kaçamasalar bile en azından bunu deniyorlardı.

***

Hayatı yollarda geçen yersiz yurtsuz birinin toprağa ağaç gibi kök salıp mukim olmak istemesini anlarım; bunun şiiri yazılabilir. Ancak ağacın kendini hür hissetmesi, zincire vurulmuş bir esirin hürriyet rüyası görmesi gibidir. Yanlış hatırlamıyorsam, Schiller’in bir şiirinde şöyle bir soru soruluyordu: “Bütün düşündüklerini korkusuzca haykıran zincire vurulmuş bir esir mi daha hürdür, yoksa düşündüklerini söyleyemeyen hür bir adam mı?”

Bu soruyu, Nâzım’ın “tek ve hür” ağacına sormanın hiçbir anlamı yok. Çünkü o kendini hür zanneden bir esirdi ve esircinin türküsünü söylüyordu. Bu yüzden hürriyeti yere sımsıkı bağlı olduğu hâlde kökleriyle toprağın derinliklerini yoklayan ve dallarıyla gökyüzünün sonsuzluğuna açılmaya çalışan ağaçlar kadar bile tanımıyordu. O sürekli budanan ve Ârif Nihat Asya’nın dediği gibi “rüyalarına bile sansür konulan” ağaçtı.

Seyahat insanları ve kültürleri birbirine yaklaştırıp dünyayı şeffaflaştırmıştır. Yerinizden kımıldamaya hiç niyetiniz olmasa bile, istediğiniz zaman kalkıp istediğiniz yere gidebileceğinizi bilmeniz... Hürriyet işte bu! Düşünsenize, hapishaneler niçin icat edilmiştir?

Bir de Azeri şair Bahtiyar Vahapzade’nin “İki Korku” isimli şiirini bulup okuyunuz; hepsi birbirinden şüphe eden “tek ve hür” ağaçların “orman gibi kardeşçesine” yaşayıp yaşayamadıklarını anlayacaksınız.

***

Mevlânâ, yukarıda matla beytini naklettiğim gazelinin devamında diyor ki:

Güneş her gece kanatlanıp gitmese

Dünya sabahları nasıl aydınlanırdı?

.....

Ve eğer ayağın yoksa, kendi içine seyahat et

Kalk, kendinden kendine git, ey hoca,

Böyle bir seyahat toprağı dönüştürür altına.

Ve atalarımız Uzak Asya’dan dörtnala kalkıp bu tarafa gelmeselerdi Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim olur muydu?

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum