‘İbrişime benzer senin yeleceğin’

Perşembe günkü yazımda ressam Süleyman Saim Tekcan’ın atlarından söz ederken atalarımızı sırtlarında ufuktan ufuğa taşıyan atlarına ne gibi isimler vermiş olabileceklerini düşündüm. “Türk Kültüründe At” konulu birçok makale var ama önemli şahsiyetlerin, mesela padişahların atlarının isimleri hakkında herhangi bir araştırma görmedim. Vakanüvis tarihleri özel bir dikkatle taranırsa belki bazı bilgilere ulaşılabilir.

Hayatları at sırtında geçen Yıldırım Bayezid, II. Murad, Fatih, Yavuz, Kanuni gibi padişahların cins atlara bindiklerinden şüphe edilebilir mi? Bazılarını çok sevdikleri ve güzel isimler verdikleri muhakkaktır. II. Osman’ın Sisli Kır’ı gibi... Genç padişah, Nakşî’nin bir minyatüründen nasıl bir at olduğunu bildiğimiz Sisli Kır’ı o kadar severmiş ki, öldüğünde Üsküdar Kavak Sarayı’nın avlusuna onun için özel bir mezar yaptırmış. Halkın zamanla bu büyük mezarda bir at evliyasının yattığına inanmaya başladığını, hatta sancılanan atların bu mezar etrafında dolaştırıldığı takdirde iyileşeceğine inanıldığını rahmetli Reşat Ekrem Koçu’nun bir yazısında okumuştum.

Koçu’nun yazdığına göre, Sisli Kır’ın mezar taşında şu manzum kitabesi varmış:

Zıll-ı Hak hazret-i Osman Han’ın

Sisli Kır nam atı öğülmüşdür

Emr-i Yezdan ile mevt irişicek

Bu makam içre o gömülmüşdür

***

Sultan II. Abdülhamid’in en sevdiği atının ismi ise Ferhan’dı. Bu kuğu güzelliğindeki atın hikâyesini Semih Mümtaz S., Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler (1948) isimli kitabında uzun uzun anlatır.

Bağdat civarında, bir mer’a meselesi yüzünden iki Arap aşireti arasında ihtilaf çıkar ve gerginlik bir süre sonra silahlı çatışmaya dönüşür. Bağdat Valisi Müşir Rauf Paşa, bunu haber alınca derhal müdahale ederek çatışan kabilelerin şeyhlerini barıştırmak için huzuruna davet eder ve meselenin aslını, bu arada çatışmada yaşananları öğrenir. Eneze aşireti şeyhinin ortanca oğlu, çatışma sırasında vurulup ağır bir biçimde yaralanarak atından düşmüştür fakat çok şanslıdır; cins ve sadık atı, onu ağzıyla belinden yakalayarak tırısa kalkar ve kendi aşiretinin bulunduğu tarafa ulaştırır.

Rauf Paşa’nın bu hadiseyi ve atın fedakârlığını telgrafla bildirdiği Sultan II. Abdülhamid, cevabi telgrafında meselenin çözüme kavuşmuş olmasından duyduğu memnuniyeti ifade ettikten sonra bu atın kendisine hediye edilip edilemeyeceğini sorar. Paşa, padişahın arzusunu bildirice, Eneze şeyhi bunu aşireti için bir lütuf olarak kabul edeceğini belirterek atı kendi eliyle Rauf Paşa’ya teslim edecektir, hem de şeceresi ve koşum takımlarıyla birlikte... Bu, çok genç ve süt gibi beyaz atın ismi Ferhan’dır.

Ferhan, mutlu, sevinçli demektir.

***

“Bu meşhur atın güzelliğine doyulmazdı,” diyen Semih Mümtaz S., Ferhan’ı ilk defa çocukluğunda Yıldız’daki saat kulesinin önünde gördüğünü ve o gün süvarisinin cuma selamlığından Saray’a dönen Sultan Abdülhamid olduğunu söylüyor.

İmrahor Paşa, Saray tabiriyle “teşrif-i şahane” vaki olacağı zaman hünkârın ata mı, arabaya mı bineceği bilinmediği için bir iki arabayla birkaç at hazırlatırmış. Padişah göründüğü zaman paşalardan hademelere kadar herkes hareketlendiği halde Ferhan yerinden kımıldamaz, başını hafifçe döndürüp padişahın geleceği tarafa bakar, onun binek taşına yöneldiğini görünce kendisini tercih ettiğini anlar ve derhal belini eğerek kulaklarını diker, başını geri çevirip padişaha bakar ve kişnermiş. Sultan Abdülhamid, eyere yerleşir yerleşmez bu edalı hallerine bayıldığı Ferhan’ı uzun uzun okşar severmiş.

***

Sultan Abdülhamid’in sadece atlara değil, bütün hayvanlara özel bir ilgisi vardı. Cherie adını verdiği bir de köpeğinin bulunduğunu kızı Şadiye Sultan’ın hatıratından öğreniyoruz.

Cherie, aslında pasaklı sokak köpeğiymiş; bir Cuma günü, padişah Hamidiye Camii’nde namazdayken arabasının önüne gelip yerlerde yuvarlanmaya başlamış. Oradan derhal uzaklaştırılan köpek iki hafta üst üste aynı şekilde arabaya yanaşıp ayaklarına sürününce padişah tarafından sahiplenilmiş. Çok sadık ve akıllı bir köpek olan, hatta padişahın marangozhanesinde yangın çıkaran bir cariyeyi şıpınişi tespit eden Cherie, sahibinin beyaz Ankara kedisi ve beyaz papağanıyla çok iyi anlaşır, oynaşırmış. “Papağanı, odasının dışında konuşulan şeyleri gelir babama gayet güzel bir telaffuzla ve sadakatle tekrar ederdi,” diyen Şadiye Sultan, beyaz kedinin ise mamasını ancak ağzına çatalla uzatıldığı takdirde yediğini söyler.

***

Bazı kaynaklarda iyi bir yüzücü ve çok usta bir binici oluğu ifade edilen Cem Sultan’ın atlarının isimleri de maalesef bilinmiyor. O da Sultan II. Abdülhamid gibi kuşlara ve hayvanlara meraklıymış; gurbet yıllarında beyaz bir papağan edinmiş. Bu papağan “Allah yensuru Cem Sultan”, yani “Allah Cem Sultan’a yardım etsin!” dermiş. Cem Sultan öldükten sonra da papağanına “Allah yerhamu Cem Sultan”, yani “Allah Cem Sultan’a rahmet etsin!” demeyi öğretmişler. Evliya Çelebi’ye inanmak gerekirse, zavallı şehzadenin satranç oynayabilen bir de maymunu varmış.

***

Bu yazıyı Dede Korkud Kitabı’nda, Bamsı Beyrek’in atını överken söylediği sevgi dolu mısralarla bitirmek istiyorum. Bu mısralar, atın binicisiyle zaman içinde nasıl bütünleşebileceğini göstermesi bakımından çok anlamlıdır:

Açık açık meydana benzer senin alıncığın

İki şebçerağa benzer senin gözceğizin

İbrişime benzer senin yeleciğin

İki koşa kardaşa benzer senin kulacağın

Eri muradına yetirir senin arkacığın

At demezem sana kardaş derim kardaşımdan yeğ

Başıma iş geldi yoldaş derim yoldaşımdan yeğ

18-03/10/01-sisli-kir.jpg

Ressam Nakşi’nin fırçasından Sisli Kır üstünde Genç Osman

18-03/10/02-abdulhamidin-ati-ferhan.jpg

Abdülhamid’in en sevdiği atı Ferhan

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum