İmparatorluğun çöküşü

Perşembe günkü yazımda Tarık Buğra’nın Gençliğim Eyvah (1979) isimli romanından ve bu romanın ana kahramanı olan İhtiyar’ın kaos ortamı oluşturarak devleti yıkmak için projesini İkinci Meşrutiyet devrinden itibaren nasıl büyük bir sabırla ilmek ilmek dokuyup devlet içinde devlet kurduğundan söz etmiştim.

Üniversitede, bir dersi sırasında amfide kendisine yönelttiği bir sorudan keşfettiği ve mutlaka “mankurt”lar ordusuna katmak istediği Delikanlı’yı “örümcek ağı”na düşürmek için, küçük bir kızken sokakta bulduğu ve büyük bir özenle yetiştirdiği Güliz’i kullanan İhtiyar, bu iki gencin birbirine gerçekten âşık olabileceklerini hesap edememiştir.

Son derece yoksul ve bu sebeple öfkeyle dolu bir genç olan Delikanlı’nın hayatını uzaktan istediği gibi şekillendirip yönetmeye başlayan, cazip iş teklifleri almasını sağladığı gibi canı sıkılınca onu bu işlerinden bir işaretiyle kovduruveren İhtiyar için Delikanlı’yı kayıtsız şartsız teslim almak bir inat ve gurur meselesi haline gelmiştir.

Delikanlı sonunda bütün bu olanların arkasında İhtiyar’ın bulunduğunu anlayacak ve onun girilmesi yasak olan Kırkıncı Oda’sını keşfedecektir.

“Belki iş işten geçmemişti- belki istese elini kapının tokmağından çekebilir. Yetiştiği çevrenin ve koşullarının normal uzantısı olan yaşayışına dönebilirdi. Yapamadı ama, yapmadı? Açtı kapıyı. Onu buna iten, olağanüstü bir şeyler yapmak için çırpınan mizacı değildi. Arabasıyla, lüks dairesiyle, gazino, lokanta ve çarpıcı insanlarıyla, elde ettiği yeni yaşayış değildi. Merak da değildi; kapıyı -Sırat Köprüsü’nü düşünmeden- Güliz’e ancak bu odadan geçere ulaşabileceğine inandığı için açtı o.” (s. 236)

***

Güliz de ağa düşürmekle görevli olduğu Delikanlı’ya çok geçmeden âşık olur ve onunla birlikte İhtiyar’ın gerçek yüzünü ve asıl amacını anlamaya başlar. Artık örgütten kurtularak kendisine Raşit’le birlikte yeni bir hayat kurmak istemekte, ancak İhtiyar’dan uzaklaşmanın, itaatsizliğin, yani “ihanet”in ikisi için de ölüm demek olduğunu bilmektedir. Bu yüzden üstlendiği rolü oynamaya devam ediyormuş gibi görünür. Zaman zaman şüphelense de, hiç açık vermeyen Güliz’in görevini başardığına, Delikanlı’nın ise ona büyük bir aşkla bağlandığı için örgütten artık kopamayacağına kanaat getiren İhtiyar çok geçmeden hayal kırıklığına uğrar.

Özetlemek gerekirse, Delikanlı, son derece zor şartların ve imkânsızlıkların içinden gelmesine rağmen ferdiyetinin gücü sayesinde İhtiyar’a boyun eğmemiş, yani iradesi elinden alınmış bir “mankurt”a, bir “sürü adamı”na dönüşmemiştir. Onun sayesinde kendi ferdiyetini idrak ederek başkaldıran Güliz ise, sevdiği Delikanlı’nın hayatını kurtarmak için ıhlamuruna zehir koyduğu İhtiyar’ın tabancasından çıkan kurşunla tam kalbinden vurularak hayatını kaybeder. İhtiyar, son anda yetişen Delikanlı’yı da dizinden vurduktan sonra “Saçma!” kelimesini telaffuz etmeye çalışarak son nefesini verecektir.

***

Gençliğim Eyvah, İhtiyar ve Güliz’in birlikte yapılan cenaze törenlerinin tasviriyle sona erer. Para dünyası, üniversite, basın, politika, iş dünyası ve işçi kesiminden tanınmış simaların aynı maskeyi takınmış olarak katıldıkları törende, üçer beşerli, kızlı oğlanlı genç grupları da vardır ve sadece onların yüzlerinde bir şeyler okunabilmektedir. “Ve bu, sevgi ne kelime, uzlaşmaya, anlaşmaya, hoşgörüye yabancı ifadeyi Delikanlı iyi biliyordu.”

Şu cümlelere de dikkatinizi çekmek isterim: “Aynı diş gıcırtısı ime, görebildiğince. Ağırbaşlı ve saygın insanlara -hakiki sersemlere- baktı. Onların bir bölüğü elbette şimdiden rahatlamış olmalıydı; onlar belki de ölüm haberi ile birlikte ‘tövbekâr’dılar. İhtiyar’ın en çok zengin ettikleri başta olmak üzere . Ama aralarında daha şimdiden, yıkılan imparatorluklardan sonra olduğu gibi, derebeylikler kurmaya kalkışanların olduğu da aynı kesinlikle söylenebilirdi.” (s. 436)

Derkenar

DR. ADNAN ÇOBAN VE YENİ ALBÜMLERİ

Asıl mesleği doktorluk olan şair Cenab Şahabbeddin, “Tıbbiye’den her şey çıkar, ara sıra da doktor çıkar,” demiş. Dünyada ve bizde edebiyat, müzik ve resim gibi sanat dallarında başarılı olmuş tıp doktorlarını düşününce, insanın Elhan-ı Şita şairine hak veresi geliyor. Elbette bu sözden, başka alanlarda başarı olan Tıbbiye mezunlarının tabip olarak başarısız oldukları anlamını çıkarmamak gerekir. Hem bir sanat dalında, hem de asıl mesleğinde başarılı olmuş yüzlerce isim sayılabilir. Dr. Adnan Çoban bunlardan biri…

Çerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra psikiyatri ihtisası yapan Adnan Çoban, öğrencilik yıllarından başlayarak musikiyle de profesyonel olarak ilgilenmiş, seçkin hocalardan ders almış, ayrıca müzikle tedavi uygulamalarını Türkiye’nin gündemine taşımış değerli bir tabip ve sanatkardır. Müzikterapi (2005) isimli kitabını hatırlatmakla yetiniyorum. Meraklılar onun “Bizden Nağmeler” ve TRT Nağme’de Sadun Aksüt’le birlikte hazırladığı “Muhabbetnağme” isimli programlarını hatırlayacaklardır.

17-08/06/06kr02-zencir-i-mesk.jpg

Alaeddin Yavaşca üstadımızın danışmanlığında düzenlenen “Pera Türk Müziği Konserleri” projesinin de sanat danışmanı ve solisti olan Adnan Çoban’ın iki yeni albümünü dinledim, hayran oldum. “Zencîr-i Meşk” ismini taşıyan birinci albümde Tanburi İzak’ın Gülzâr, III. Selim’in Şevkutarab ve Dede Efendi’nin Sultanîyegâh takımlarını seslendiren Çoban’ın “Romantik Dönem Şarkıları” isimli ikinci albümünde de Hacı Arif Bey’den Şevki Bey’e, Nikoğos Ağa’dan Lem’i Atlı’ya çok sayıda bestekârın seçkin eserleri yer alıyor.

17-08/06/6kr02-romantik-donem-sarkilari.jpg

Çok usta bir icracı olan Adnan Çoban’ın bu albümlerini dinlerken büyük zevk aldığımı ifade etmeliyim. Meraklı okuyucularıma hararetle tavsiye ederim.

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum