‘Tebessüm İnkılâbı’

Ziya Gökalp’ın “Çınaraltı” sohbetleri, 1924 yılında Cumhuriyet gazetesinin ilk sayılarında yayımlanmıştır. Muhavere tarzında yazılan bu sohbetlerde meçhul bir filozof, yüce bir çınarın altında Gökalp’ın sorularını cevaplandırır. 9 Mayıs 1340 (1924) tarihli 3. sayıda yayımlanan ve “Tebessüm” başlığını taşıyan sohbette, “insanlığın ilk mümeyyiz alâmeti”nin ne olduğunu soran yazara filozof tarafından verilen uzun cevap şu cümlelerle başlar:

“Yeryüzünde insanlık tebessümün ilk görünüşüyle beraber başlamıştır. İnsanlardan evvel bu kara toprak üzerinde tebessümden eser görülmezdi. Tebessüm insana mahsustur. Hiçbir hayvan tebessüm etmez. Mantıkçıların insanı ‘hayvan-ı dâhik’ (gülen hayvan) diye tarif etmeleri bundan olsa gerek. Benim ruhlar üzerindeki tecrübelerime göre de tebessüm insanlığın mümeyyiz alâmetidir.”

Gökalp, meçhul filozofun ağzından, İslâm dünyasına belli bir tarihten sonra hâkim olan “zühd” anlayışının halkımıza gülmeyi âdeta unutturduğunu, hâlbuki dinin tebessümü hiçbir zaman yasaklamadığını, nitekim peygamber efendimizin daima gülümsediğini ve onu bir kere görenin artık yanından hiç ayrılmadığını söylüyor. Bu sebeple, yapılacak ilk inkılâplardan birinin “Tebessüm İnkılâbı” olması gerektiğini düşünen Gökalp, netice olarak kuruluşunun henüz bir yılını bile doldurmamış olan çiçeği burnunda Cumhuriyet’imize şu tavsiyede bulunuyor:

“Cumhuriyet’in en esaslı vazifesi, bütün tazyikleri kaldırıp yerine tatlı muameleleri koymaktır. Tatlı muamelelerin delilleri ise çehrelerdeki tebessümdür. Tebessümü münevver gençlerin çehrelerine yeniden iade ediniz, göreceksiniz ki bugünkü kesretli intiharlar da hadd-i asgariye inecektir.”

***

Gökalp’ın toplumda yaygın olan mutsuzluğu, asık suratlılığı sadece zühde bağlayarak tarihî, siyasî, sosyolojik, psikolojik ve ekonomik sebepleri göz ardı etmiş olması şaşırtıcıdır. Son iki yüz yılda yaşanan büyük felâketler yüzünden dayanacak gücü kalmamış, devletinden hiçbir şey alamayan, sadece vermek zorunda bırakılan, yoksulluk ve hastalıklar sebebiyle her bakımdan tükenme noktasına gelmiş bir halktan güler yüz beklemek haksızlıktı. Ne büyük acılar yaşandığını anlamak için türkülerimizi dinleyiniz, yeter.

Zor zamanlarda güler yüze ihtiyacı olan halktı; fakat ceberut devlet, halkın yüzünü güldürecek siyasî, sosyal ve ekonomik hamleler yapmadığı gibi, ona bir tebessümü bile çok görmüştür. Bu, yakın zamanlara kadar böyleydi.

Devlet dairelerinde yahut başka kurumlarda abus çehreli görevlilerle muhatap olmanın ne kadar azap verici olduğunu düşününüz. İnsanlar güler yüzle karşılanmayacakları, kendilerini değersiz hissettikleri yerlere mecbur kalmadıkça gitmezler, mecbur oldukları zamanlarda ise ayakları geri geri gider. Esasen asık yüzlü, gülmeyi unutmuş insanlarda başarı da beklenmemeli. Meşhur kıssadır: Bir bal tüccarı, dükkânını en iyi ballarla doldurduğu hâlde hiç satış yapamazmış. Bir gün ârif bir kişiye, balları daha kalitesiz olmasına rağmen komşu dükkânlardan müşterinin hiç eksik olmadığından yakınarak bunun sebebinin ne olabileceğini sormuş. Aldığı cevap harikadır: “Sen bal satıyorsun, ama yüzün sirke satıyor!”

Asık suratlı, gülmeyi unutmuş insanlar için halk arasında “Suratı sirke (veya turşu) satıyor” deyiminin kullanıldığını hatırlatmaya gerek var mı?

***

İnsan ilişkilerinde güler yüzün ne kadar önemli ve gerekli olduğunu günlük hayatımızda acı tecrübeler yaşayarak öğrenmişizdir. Güler yüz göstermek, aynı zamanda karşınızdakine değer verdiğinizi ifade etmektir. Abus çehre ise üstünlük taslamak... Bir hadis-i şerifte, güler yüzün asla küçümsenip esirgenmemesi gereken bir iyilik olduğu ifade edilir. Peygamberimiz, bir gün sadaka vermeyi telkin ederken “Verecek bir şeyimiz yok ya Resulallah!” diyenlere de “İnsanlara tebessüm etmeniz de bir sadakadır,” buyurmuştur.

Kemale ermiş insanların kalplerindeki temizlik ve hayırhahlık duyguları yüzlerine tebessüm olarak yansır. Onların gözlerinin içi güler, yüzleri aydınlıktır, çevrelerine huzur ve neş’e verirler. Abus çehre ise zehirleyicidir. Mevlânâ, “Kavga etmek, suratını ekşitmek, şükür değildir. Şükretmek surat ekşitmeden ibaretse sirke gibi şükreden yok!” (Mesnevi, I, b. 1525) diyor. Şair Nedim de diyor ki, “Feyz-i tebessümün gül-i tasvîre can verir.” (Gülümseyişin resimdeki güle bile can verir)

Kalbinin güzelliği, ruhunun zenginliği yüzlerine tebessüm ışığı olarak yansıyan insanların dinleri, ideolojileri vb. yorumlayış tarzları da farklı olacaktır. İslâm’ın güler yüzünü gösterecek aydınlık yüzlü öncülere ve -evet, Ziya Gökalp haklıdır- bir “Tebessüm İnkılâbı”na ihtiyacımız var.

Derkenar

İstanbul Türk Müziği Festivali

İstanbul Türk Müziği Dernek ve Vakıfları Dayanışma Konseyi (MÜZDAK) tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve TRT’nin katkılarıyla düzenlenen “24. İstanbul Türk Müziği Festivali”, 1-31 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Beykent Üniversitesi Türk Müziği Korosu’nun Beykent Üniversitesi Ayazağa Yerleşkesi Konferans Salonu’nda 2 Mayıs Salı günü vereceği açılış konseriyle başlayacak olan Festival, musikimizi bütünüyle kuşatıyor. Mekân olarak İstanbul’daki belli başlı kültür merkezlerinin kullanılacağı festivalin bir aylık zengin programına arama motorları kullanılarak ulaşılabilir.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum