Sandıktan çıkan mesaj AK Parti’ye ne diyor?

İstanbul seçimlerini tekrarlatan Cumhur İttifakı’nın Pazar akşamı sandıktan büyük bir hezimetle, Millet İttifakı’nın ise büyük bir zaferle çıkması sürpriz miydi? Kesinlikle hayır.

31 Mart’ta 14 bin olan oy farkı 806 bine çıktı. Ve Ekrem İmamoğlu ikinci kez galip, Binali Yıldırım ise ikinci kez mağlup oldu.

Oysa 31 Mart seçimleri AK Parti açısından hem güven verici hem de uyarıcı bir mesaj taşıyordu. AK Parti sandıktan çıkan mesajı alıp “Milli irade böyle tecelli etmiştir. Rakibimizi kutlarız” diyebilirdi. Ama muhafazakâr seçmenlerin ellerinin CHP’ye hiç gitmeyeceği inancıyla seçmenle bilek güreşine girmeyi tercih etti.

YSK’nın 7’ye 4 olarak verdiği hukuki hiçbir temele dayanmayan İstanbul seçimlerini iptal kararının siyasi anlamı tam olarak buydu.

AK Parti İstanbul seçimlerinin “gerektiği kadar” yenilenmesi çabasına girerken, 2002 Kasım’ında başlayan öyküsünde ilk kırılmayı yaşadığı 7 Haziran ve gidilen erken seçim ile oy kaybını telafi ettiği 1 Kasım 2015 seçimlerini örnek aldı kendisine.

Ancak 1 Kasım seçimlerine giderken AK Parti halkın gözünde haklı bir gerekçeye sahipti: Milli iradenin isteğini yerine getirmek için çaba sarf eden bir AK Parti vardı. Hükümet ortaklığı için yaptığı görüşmeler muhatapları tarafından kabul görmüyordu. Hükümet kurulamıyordu. AK Parti’nin ortaya koyduğu fotoğraf buydu! Göz göre göre ülke siyasi bir istikrarsızlığa sürükleniyordu ve bir yanda ülke içinde her geçen gün artış gösteren terör eylemleri, diğer yanda ise sınırlarımızda devam eden çatışmalar vardı.

Ülke neredeyse 1990’lı yıllara döndü dönecekti.

1 Kasım’da erken seçime gidildi. AK Parti seçim sürecinde bütün propagandasını “verdiğiniz mesajı, dersi aldık, gereğini yapacağız ama şimdi bize oy verin” söylemi üzerine kurdu. Cumhurbaşkanı sahalardan çekildi. Seçim yarışı siyasi partiler arasında geçti. Seçmen de ülkenin sürükleneceği kaosu, siyasi istikrarsızlığı görerek dahası AK Parti’nin de sandıktan çıkan mesajı aldığına ve gereğini yapacağına inanarak elini AK Parti’nin kulağından çekti. Ve 1 Kasım’da AK Parti dokuz puanlık kaybını telafi etti ve yeniden tek parti iktidarı kuruldu.

Ancak İstanbul’da 14 bin oy farkını telafi edeceğine inanarak seçim iptal ettiren AK Parti, 31 Mart İstanbul seçimlerini 7 Haziran genel seçimleriyle mukayese yaparak büyük bir analiz hatası yaptı. Çünkü ne koşullar aynıydı ne iki durum birbirine denkti ne de AK Parti tabanın nezdinde 2015 yılındaki avantajlı, itibarlı hale sahipti. Basiret duygusunu yitirdiği için bunların hiçbirini öngöremedi.

AK Parti’nin 31 Mart İstanbul seçimlerini yeniletme çabasına girerken yapacağı doğru mukayese 28 Mart 2009 yerel seçimlerinde Urfa seçmenlerinin verdiği reaksiyon olmalıydı.

Hatırlamakta fayda var. 2004 yılında AK Parti’den belediye başkanı seçilen ve yaptığı hizmetlerle Urfa halkının büyük çoğunluğunun sevgisini kazanan Eşref Fakıbaba AK Parti’li bazı bakanlarla arası pek iyi olmadığı için aday gösterilmedi. Fakıbaba da Saadet Partisinin desteğiyle bağımsız aday oldu. AK Parti, Fakıbaba’yı küçümseyerek Urfa’da “ceketimizi koysak kazanırız” diye meydan okudu. AK Parti’nin kalesi olan Urfa da bu kibirli söyleme beklenmeyecek bir tepki gösterdi. AK Partili seçmenler tıpkı 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde olduğu gibi 2009 seçimlerinde Urfa’da Belediye Başkanlığı’nda Eşref Fakıbaba’ya, il genel meclisi için ise kendi partilerine oy kullandı.

2009 yılında Urfa seçmeninin sandık tavrı ile 31 Mart seçimlerindeki AK Partili seçmenlerin tavrı ne kadar benziyor değil mi?

Aşırı özgüvenin yol açtığı siyasi basiretsizlik AK Parti’ye yenilettiği İstanbul seçimlerinin kampanyasında da çok ciddi siyasi ve hesap hataları yapmasına sebep oldu.

Bunlardan en risklisi ise YSK Başkanı Sadi Güven ve muhalefet şerhi yazan diğer üç YSK üyesinin özetle “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimine yönelik 39 İlçede geçersiz oylar yeniden sayıldığından iptal nedeni olarak görülmemiştir” demelerine rağmen Binali Yıldırım’ın “neden seçime gidiyoruz” sorusuna verdiği oldukça lakayt ve bir o kadar da riskli olan “Çok basit: Çünkü çaldılar” cevabıydı.

Aşırı özgüvenin oluşturduğu siyasi basiretsizlik diyorum, zira öyle olmasaydı ortak aklın hâkim olduğu AK Parti “çok basit: çünkü çaldılar” söyleminin seçmenle kafa bulmak, tecelli eden milli iradeyi beğenmemek, milleti ciddiye almamak olduğunu bilirdi ve böylesi ciddiyetsiz bir söylemden, kendi ayağına sıkmak ihtimali olan böylesi tehlikeli bir propagandadan şiddetle kaçınırdı.

Nitekim kaleme aldığım 16 Mayıs tarihli yazımda şunları yazmış ve sormuştum:

“AK Parti için kritik soru şudur: Kendi seçmen kitlesine ‘sadece büyükşehir kısmında oylarımız çalınmış’ iddiasını kabul ettirebilecek mi? Tuhaftır ki AK Parti, savunma hattında olduğu bu seçim sürecinde kamuoyunun önüne meselenin ‘çok basit’ olmadığını anlatacak argümanlarla çıkmak yerine meseleyi sulandırmaya müsait ‘Çok basit: Çünkü çaldılar’ gibi söylemlerle çıkıyor. Peki, 23 Haziran’daki seçimde ya Cumhur İttifakı’nın adayı Binali Yıldırım kazanamazsa ‘Çok basit: Çünkü çaldılar’ söylemi nasıl karşılık bulur?”

Nasıl karşılık buldu? 23 Haziran’da kurulan sandıklardan çıkan sonuç “Çok basit: Çünkü çaldılar” diyen Cumhur İttifakı’na verilen “Çok basit: Çünkü çalınmamıştı” niteliğinde bir cevap değil mi?

Öyle...

AK Parti’nin şimdi şapkasını önüne alıp ciddi ciddi seçmenin sandıkta verdiği mesajı okuması, anlaması ve gereğini yapması gerekiyor.

AK Parti 17 yıllık iktidarında ilk kez sandıkta kolunu kanadını bırakırcasına neden seçim kaybetti?

Ekrem İmamoğlu’nun aldığı oy elli bin değil, yüz bin değil, yüz elli bin değil, iki yüz bin değil, 806 binin üzerinde oy aldı. Bu durum AK Parti’den ciddi bir oy geçişinin olduğunu gösterir.

AK Parti’nin seçimlerin neden böyle sonuçlandığı sorusunu cevaplaması gerekiyor.

AK Parti, 23 Haziran’da ilçe seçimleri de yenilenmiş olsaydı 11 ilçeyi CHP’ye kaptırmaya yol açan yanlışının ne olduğunu bu kez yaptığı “metal yorgunluğu” doğru tespitinin cevabını yanlış yerlerde aramamalıdır. Bu başarısızlığın ağır faturasını ne parti teşkilatlarına kesmek doğru ne de başka bir yere...

Binali Yıldırım tecrübeli bir isim olabilir, Türkiye’nin dört bir yanına uzanan hizmetlerin altında imzası olabilir... AK Parti’nin bütün kalkınma projelerinde onun imzası olabilir. Bütün Türkiye’nin tanıdığı marka bir isim olabilir... Ancak yanlış adaydı.

Fakat AK Parti ortak aklın hakim olduğu, Türkiye’nin sorunlarını çözebilecek liyakat ve ehliyet sahibi kadrolardan oluşan eski AK Parti olsaydı Binali Yıldırım’ın yanlış aday olmasını AK Partili seçmenler tolere edebilirdi.

AK Parti artık ülkenin sorunlarına çözüm üretebilecek bir parti görüntüsü vermiyor. Uzunca süredir umut vermek yerine korku ve endişe faktörlerine dayalı bir söylem kullanıyor.

Yeni Türkiye’ye dair ortaya koyduğu medya düzeninden siyaset düzenine eski Türkiye’nin kodlarını hatırlatıyor. Statükoya karşı mücadele eden AK Parti görüntüsü yerini statükoyu temsil eden AK Parti görüntüsüne devretmiş gibi algılanıyor.

Daha da önemlisi kendisine oy vermiş seçmenin değişebileceğini düşünemiyor.

Daha da önemlisi dün partisi kapatılmakla tehdit edilen ve dünün egemen güçleri tarafından mağdur edilen AK Parti bugün Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı seçimleri istediği gibi iptal ettirebilen bir güce sahip.

AK Parti dün vicdanları temsil ederken bugün vatandaşların vicdanlarının yaralanmasına ve adalet duygusunun hırpalanmasına neden olacak adımlar atan bir parti haline geldi. Velhasıl, 31 Mart seçimlerinin iptali seçmenin bütün bu sorunları ve iktidar partisinin başlangıçtaki konumundan uzaklaşıp vardığı yeni yeri sorgulamasına sebep ve vesile oldu. Yani ne olduysa bunu bizzat AK Parti kendi elleriyle yaptı.

YORUMLAR (130)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
130 Yorum