Almanya krizine şaşırdık mı?

Başka ülkelerle ilgili kanaatlerimiz genelde ‘milli’ bir söylemin üzerine oturmaya devam ediyor. Buradaki millilik daha ziyade psikolojik… Yani kendimizi millileştirmeye yönelik bir bakışın uzantısı. Öyle ki başka ülkelerin bizim ‘milli’ çıkarlarımıza karşı olduğunu söyleyerek, sanki kendimize aslında hiçbir zaman samimiyetle ele almadığımız bir millilik atfediyoruz. Nitekim bugünlere damgasını vuran Almanya krizi de büyük ölçüde tek taraflı bir değerlendirmeye konu ediliyor. Gelinen noktanın kaçınılmaz olmadığını, oraya adım adım gelindiğini ve ilişkinin bu şekilde gelişmesinde bizim de payımız olduğu gerçeğini görmek istemiyoruz.

***

Son bir yıldır Batılılara karşı dilimiz hoyratça, suçlayıcı ve dışlayıcı. Ülkede oluşturduğumuz düzen ise AB kriterlerinden her geçen gün uzaklaşmakla kalmıyor, bu uzaklaşmayı isteyerek gerçekleştirdiğimiz intibaını uyandırıyor. Buna seçim dönemi toplantı yapma zorlaması gibi olayları ve nihayet giderek derinleşen açık iletişimsizlik halini ekleyin. Muhtemeldir ki bugün yaşanan meselenin kökünde bütün bunların yaşanmış olmasından ziyade, söz konusu yaşananların devam edeceği ve Türkiye’nin bu tutumu stratejik olarak sahiplendiği algısı yatıyor.

Böyle bakıldığında hükümetin Alman firmalarını soruşturup soruşturmadığının fazla önemi yok. Asıl ileride böyle bir soruşturmanın olup olmayacağına dair kanaatlerin önemi var… Çünkü yatırım yapmalarını istediğiniz firmaların gelecekle ilgili kaygılarını ortadan kaldırmış değiliz. Yargı sisteminin üstünü ‘bizde de hukuk var’ veya ‘sizin yargı bağımsızsa bizimki de öyle’ diyerek örtemeyiz. Ortada hepimizi, yani öncelikle bu ülkenin vatandaşlarını rahatsız eden, tedirginlik yaratan ve karamsarlığa iten bir keyfilik var. İddianamesi bir türlü yazılamayan, yazıldığı zaman daha da sorunlu hale gelen davalarda, hiçbir inandırıcılığı olmayan ve medya üzerinden köpürtülen ‘delillere’ dayandırılan suçlamalarla insanlar tutuklanıyor. Dahası hükümet yetkilileri bu tutuklananların daha baştan suçlu olduklarından emin bir şekilde görüş beyan ediyorlar…

Bu duruma tepki olarak, AB ve Almanya’nın tavrı önce hiç olmazsa iletişimi sürdürmek şeklindeydi ama fazla uzun sürmedi. Türkiye’ye mesafe almaya karar verdiler ve bunu şantaj ima eden bir noktaya kadar getirdiler. Bu tutumun da yapıcı olmadığı açık… Ancak Avrupa’nın Türkiye’yi Rusya’ya doğru itmekten hiçbir çıkarı olmadığına göre, bunun stratejik bir tercih değil, bir tepki olduğunu düşünmek daha doğru.

Peki, biz ne istiyoruz? Alman şirketlerine soruşturma açmadığımızı ısrarla yinelediğimize göre Alman ve Avrupa sermayesinin Türkiye’ye gelmeye devam etmesini istiyoruz. Buna karşılık diklenmek, olayı bir milli davaya çevirmek de anlaşılan gururumuzu okşuyor…

Herhalde bu durum karşılıklı yaşanan psikolojik temelli basit bir iletişim bozukluğuna atfedilemez. Yoksa işler tam da istediğimiz gibi mi gidiyor? Ya milli bir hedefe doğru yürüyorsak ve bu kriz ‘gerekli’ bir dönemeci ifade ediyorsa?

***

Belki de Batı’nın sosyoekonomik ortamının içinde yer almaya devam ederken, aynı Batı’nın siyasi anlayış ve değerlerinden uzaklaşmanın mümkün olduğunu düşünüyoruz… Nitekim anlaşılan o ki bu hedefi hiç de çelişkili bulmuyoruz. Yönetim çevrelerinden yansıyan öngörülere göre Almanya ile aramız nasılsa kapanacakmış… Türkiye öyle müthiş bir sıçrama yapacakmış ki, Almanya ve diğerleri isteseler de istemeseler de önümüzde kuyruk olup ‘lütfen’ yatırım yapmak için neredeyse izin alma durumunda kalacaklarmış…

Krizi Almanya üzerinden analiz edip açıklamak öğretici sonuçlar üretebilir. Ama kendimizi kandırma ihtimalimizi de artırır. Bu krizi kendi üzerimizden analiz edip açıklamak zihin ve ruh sağlığımız açısından çok daha yararlı olabilir…

YORUMLAR (64)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
64 Yorum