Komplo ihtiyacımız

Gülencilerin silahlı kalkışması bir toplumsal hastalığın nüksetmesine neden oldu. AK Parti iktidarında yeşeren özgüvenimiz bir anda buharlaştı ve Türkiye’nin küresel bir komplo karşısında olduğu tezine sarıldık.

Komplo teorilerinin popülerleştiği dönemler söz konusu toplumların kendilerini yenilmiş, çaresiz ve özgüvensiz hissettiği zamanlardır. Gülen olayı da bizi içimizden vurdu. Oysa örneğin PKK için böyle bir psikolojik arka plan oluşmadı. PKK Türkiye aleyhine işbirliklerine giren ama otonom hedefleri olan bir örgüt olarak görüldü. Gülen olayının temelinde ise etnik, dinsel veya ideolojik herhangi bir haksızlık, ayrımcılık yok. Bu grubu bir mafyatik suç örgütlenmesi olarak da betimleyemeyiz. Aksine muhafazakar toplumun bağrından çıkan, inancı bir taşıyıcı olarak kullanan, ilk etapta devlet içinden destek bulmuş olsa da elli yıllık süre içinde kendi mahareti ile karmaşık bir organizasyona dönüşen, devleti ele geçirmeye yönelik benzersiz bir ‘girişimcilik’ örneği…

Bunun bir komplo olmasını çok istiyoruz. Çünkü şimdiye dek hiçbir iç düşman bu kadar ‘bizden’ değildi… Hiçbir iç düşmanı bu kadar ‘kendimiz’ sanmamıştık. Bu nedenle komplo teorileri kuruyor ve bunu yaparak Türkiye’yi aşağıladığımızı, bu bakışın bizzat bizim gözümüzde Türkiye’yi ‘komploya uygun’ bir ülke kıldığını idrak edemiyoruz…

***

Basitçe ifade edersek ‘komplo’ bir aktörün gizlice bir başka aktör hakkında plan yapması ve bunu farklı iç ve dış aktörleri de devreye sokarak hayata geçirmesi. Modelin işlemesi için planı yapanın diğerlerinden daha güçlü olması, komplocu bağlantıların hiyerarşik bir zemine oturması lazım. Böylece hem başarı şansı artıyor, hem de deşifre olma ihtimali azalıyor. Dünya tarihi nüve halinde sayısız komplo arayışının varlığını ortaya koyuyor. Güç ve çatışma mantığına dayanan uluslar arası ortam kendisini güçlü hisseden her ülkenin diğerleri ile ilgili irili ufaklı komplolara heveslenmesini mümkün kılıyor.

Ancak yine dünya tarihi bu komploların çok azının başarılı olabildiğini de gösteriyor. Birçoğu yarı yolda kalıyor çünkü deşifre oluyorlar. Diğerlerinde ya koşullar ya da hedefler değişiyor. Yeni pazarlıklar ortaya çıkıyor, komplo yapılacak ülkenin içindeki ‘yandaş’ aktörler kontrol edilemiyor, dışarıdan başka güçlü aktörlerin müdahalesi ile süreç engellenebiliyor ve hatta aynı anda işleyen başka komplolarla da çakışmalar yaşanabiliyor. Dolayısıyla komplonun başarısı genelde diğer güçlü aktörlerle de anlaşmayı ima ediyor. Ne var ki hem potansiyel rakiplerin işbirliği yapması zor, hem de aktör sayısı arttıkça olayın deşifre olma ihtimali fazla…

***

Sonuçta komploların başarılı olması için bazı koşullar gerek: Komplonun sahibi güçlü, komplo yapılacak ülke ise zayıf olacak, ülke kendi içinde çatışma yaşıyor olacak, diğer güçlü aktörler konuya ilgisiz kalacak, bilgi sızması ya olmayacak ya da olsa bile maliyet getirmeyecek… Türkiye böyle bir operasyona uygun olacak kadar küçük veya zayıf değil. Soğuk savaş döneminde mümkündü, çünkü iki kutuplu dünyada bazı güçlü aktörler denklem dışıydı. Ama küreselleşme ile birlikte artık öyle bir durum yok.

Öte yandan bölünmüşlüğün ve sorun çözememenin getirdiği ezikliklere sahibiz… Buna son yüz yılın mirası korkuları ve özgüven eksikliğini de ekleyebiliriz. Muhtemelen büyük ülke olma ve komplo yapabilme hevesimiz de etkilidir. Ama asıl sorunumuz sorumluluktan kaçmamız. Kendi beceriksizliğimiz ve başarısızlığımız ile yüzleşemememiz. Bu nedenle komploları ‘arıyor’, birileri bize komplo kurmuş olsun istiyoruz. Yalnızlığa ve mağduriyete sığınmanın bir ergenlik hali olduğunu bile anlayamıyoruz…

YORUMLAR (18)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
18 Yorum