‘Rakka düştüğünde...’

Esat rejiminin vahim hataları sonucu toplumu elinden kaçırması ve özellikle IŞİD’in denkleme girmesiyle birlikte Suriye’nin kuzeyinde nispeten özerk bir Kürt yapılanması fırsatı doğmuştu. PKK bundan azami ölçüde yararlandı ve hasımlarının da teslim ettiği üzere başarılı oldu. Yürütülen strateji ortamın boşluğundan yararlanmak ve her imkanı kendi lehine kullanmaktan ibaretti ama işe yaradı. Bugün PYD ve YPG sivil ve askeri yönetimin çekirdeğini oluşturuyor. Ancak bunun etrafında SDG gibi Arap aşiretlerle beslenen ve siyasi/askeri kanadı olan resmi yapılanmalar ve cemaatlerin özyönetimine dayanan sosyoekonomik ağlar da ortaya çıkmış durumda. Kısacası biz hoşlansak da hoşlanmasak da PYD Kuzey Suriye’de kendini idame ettirebilen bir düzen sağlayabiliyor. Batı ise hem askeri becerisinden, hem de daha ‘eşitlikçi, seküler ve modern’ toplumsal yapısından hareketle bu gelişime ‘sempati’ ile bakıyor.

***

Diğer taraftan PKK da söz konusu gelişme sayesinde artık sadece ütopik hayalleri olan ve ‘romantik şiddet ideolojisi’ üzerinden mücadele sürdüren, dağlara sıkışmış bir örgüt değil. Suriye’deki yapılanmanın PKK’nın askeri önemini azalttığı bile söylenebilir. Nitekim bugün PKK 8 bin kadar militana sahipken YPG kadrolarında 50 bin kişi var ve bunların birçoğu da PKK ideolojisini paylaşmıyor. Ancak öte yandan YPG halen PKK stratejisi içinde davrandığı gibi, ana örgütün daha siyasi bir zemine oturmasının da olanağını sağlıyor.

Şimdi durup düşünelim… ABD desteği ve Rusya’nın onayı ile SDG’nin Rakka’yı IŞİD’in elinden aldığı noktada, karşımızdaki tablonun siyasi veçhesi önemli bir değişikliğe uğrayacak. PYD barış ve çözüm için kendisine düşeni yaptığı gerekçesiyle Astana ve Cenevre’ye katılmak isteyecek. Bu olayın PKK dışı Kürt partilerinden bazılarının PYD’ye yanaşması ile sonuçlanması şaşırtıcı olmaz. PKK ise o noktadan itibaren ‘saldırgan bir terörist örgüt’ yaftasından kurtularak, ‘Kürt haklarının güvenilir savunucusu’ koltuğuna oturma şansı yakalayacak.

Bu ihtimalin PKK tarafından ne kadar iyi kullanılacağı muhakkak ki ABD ve Rusya yanında Türkiye’nin de tutumuyla bağlantılı olacak. Ancak şunu görmekte yarar var… Türkiye PKK ve PYD’nin hayallerine sekte vurabilir, ama onları ortadan kaldıramaz ve bu ‘aktörü’ Ortadoğu siyasi denkleminden çıkartamaz.

Böyle bir tablo ile karşılaştığında Türkiye’nin tutumu ne olacak? Hızla strateji değiştirip PKK/PYD ile daha ‘yumuşak’ ilişkiler kurulması, meselenin siyaseten masada çözülmeye çalışılması kağıt üzerinde mümkün. Buna ABD ve Batı’dan da büyük destek gelecektir. Ne var ki dış politika artık iç politikadan bağımsız değil ve yeni Erdoğan iktidarının devletçi/milliyetçi anlayışı aşması zor. Ayrıca bunca zaman ‘fare gibi kaçıyorsunuz’ repliğinin ima ettiği bir strateji yürüttükten sonra geri adım atmak da psikolojik olarak sıkıntılı…

***

Dolayısıyla ne denli gerçekçi olduğu bir tarafa, Türkiye muhtemelen şu anki tavrını sürdürecek ve kendi sınırında ‘göreceli’ bile olsa özerk bir PKK/PYD oluşumuna razı olmadığını söyleyecektir. Ama bu tutum sadece ABD ile yeni bir gerilim yaşamak anlamına gelmez. Türkiye’nin Suriye’deki barışa engel olan ülke gibi algılanmasına neden olabilir ve kimsenin kuşkusu olmasın ki çok sayıda ülke bu söylemi tekrarlamaktan çok mutlu olur…

Dolayısıyla eğer akılcı bir yol izlenmek isteniyorsa, gerçeklere gözümüzü kapamanın pek bir yararı yok… Türkiye’nin bir an önce arka plan siyasetine girişmesi ve muhtemel pazarlıklar öncesinde, varılacak anlaşmaların kendisinin de uygun bulacağı şekilde olgunlaşmasına katkıda bulunması gerekiyor.

YORUMLAR (23)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
23 Yorum