Suriye’de kırmızı çizgiler işlevsel mi?

İkili ilişkiler düzleminde ele alındığında dış politika genelde basit bir uğraş. Muhataplarınızla ortak menfaatler üretmeye ve bunları anlaşmazlık yaşadığınız konularla dengelemeye çalışıyorsunuz. Sonuçta her iki tarafça da hesaplanabilen bir al-ver muhasebesi… Ancak bu türden bir sürü ikili ilişkiniz olduğunu düşünürsek, bir muhatapla yapılan anlaşmanın diğerlerini nasıl etkileyeceğini de hesaba katmanız lazım. Öte yandan partnerlerinizin güçleri aynı olmayacağına göre, söz konusu ince hesabı belki de sadece birkaç ülke açısından düşünmeniz yeterli. Sonuçta Türkiye gibi bir ülke için ABD ve Rusya arasında denge kurmak birçok meselenin ‘doğru’ ele alınması için yeterli olabiliyor.

***

Ne var ki bu genel düzen sizin bu iki büyük ülkeyle ‘uyumlu’ kalmanızı da gerektiriyor. Bunun anlamı her konuda onlarla aynı konumda olmak değil. Daha verimli bir alan büyük güçlerin anlaşamadığı konular, çünkü aralarındaki çelişkilerden yararlanarak kendinize siyaset üretme imkanı yaratabiliyorsunuz.

Türkiye tarihsel perspektif içinde bakıldığında dış politikada başarılı bir ülke oldu… Ancak itiraf etmek gerek ki Suriye meselesi alışılmış düşünce tarzına ve davranış kalıplarına ters geldi. Çok sayıda aktörün aynı anda çoklu ilişki içinde siyaset ürettiği bu ortamda, bir yanda Rusya-İran-Esat ekseni, diğer yanda ABD’nin başını çektiği ve bazı Avrupa ve Körfez ülkeleri ile birlikte Suriye Sünni muhalefetinin de içinde olduğu ‘koalisyon’ bulunuyordu. Ne var ki her iki kanat da sürekli olarak kendi içinde irili ufaklı ayrışmalar yaşadı. Astana görüşmelerinin ortaya koyduğu üzere iki kanattan aktörlerin dar kapsamlı işbirliklerine tanık olundu. Diğer bir deyişle hiçbir ortaklığın uzun süreli olmayabileceği, hiçbir müttefikle uzun yol kat edilemeyeceğinin bilindiği bir dinamik oluştu.

Böyle bir ortamda başarılı olmanın koşulunu bir formülle söylemek mümkün değil. Ama hedefleriniz ne kadar yalınsa ve çözüm önkoşullarınız ne kadar azsa o kadar şanslısınız demektir. Eğer PYD Kuzey Suriye’de özerk bir idari yapılanma kurmayı becerememiş olsaydı, Türkiye esas olarak bu avantajlara sahip olacak ve Suriye’deki gelişmeleri istediği yönde etkileme ihtimali çok yükselecekti. Ancak PYD’nin muhtemel başarısını beklemediği gibi, çözüm sürecinden uzaklaşmanın bedelinin Suriye’de karşısına çıkabileceğini de öngöremedi.

Bugün PYD’nin Suriye’deki varlığı Türkiye’nin tüm dış politikasını olumsuz etkiliyor ve hareket alanını kısıtlıyor. Başlıca nedeni ABD ve Rusya’nın PYD’nin kullanışlı bir aktör olarak bölgede tutulması konusunda hemfikir olmaları. Dolayısıyla iki büyük gücün hedefleri arasında kendinize ‘özerk’ bir siyaset alanı açamıyorsunuz. Ancak PYD’nin varlığı Türkiye’yi temelde iki açıdan daha kısıtlıyor.

***

Birincisi bu çatışmanın orta boy bir aktörü olmamıza karşın, taşıyamayacağımız kadar hedef peşinde koşmamıza neden oluyor. Büyük güçlerin birden fazla hedef gözetip hepsinde de başarılı olması belki mümkündür ama Türkiye çapında bir ülke için bu çok zor. Her şeyden önce bizim ayarımızda ve daha güçlü çok sayıda aktör olduğu ve onların bu hedefleri kolayca engelleme imkanı olduğu için… İkinci olarak ise PYD’yi bir ‘kırmızı çizgi’ olarak tanımlıyor ve denklemde yer almamasını olmazsa olmaz bir koşul olarak öne sürüyoruz. Oysa her kırmızı çizgi Türkiye ölçeğindeki bir aktör için ayakta pranga demek. Baştan PYD’nin yumuşak karnımız olduğunu deklare etmiş oluyor ve başkalarının kullanımına açıyoruz.

Kürt meselesinde kültürel adımlar tümüyle atılmış ve PKK ile ateşkes sağlanmış olsaydı belki bugün söz konusu kırmızı çizgi uluslararası denklemde destek bulabilirdi… Maalesef Türkiye içinde olduğu sorunun karmaşıklığını kavramakta yetersiz kaldı.

YORUMLAR (29)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
29 Yorum