Yoksa meczupluk bir milli duruş mu?

Dış düşmanlarla veya ‘üst akıllarla’ mücadele kendi içinizden çıkmış hastalıklarla boğuşmaktan çok daha rahatlatıcı. Dış düşman karşısında kendinizi onurlu ve temiz hissedersiniz. Küçük hesapların üzerini örter, topluca arınır, kolayca kendinize bir ‘milli duruş’ üretebilirsiniz. Oysa kendi hastalıklarınızla yüzleşme sizi utandırır, küçülmüş ve kirlenmiş hissettirir. O hastalıktan kendinizin de bir miktar nasiplenmiş olduğunuzu itiraf etmek istemez, ama bu gerçeğin yükünden kurtulamazsınız. Bu noktada ‘dış düşman’ veya ‘üst akıl’ Hızır misali imdada yetişir. Kendi hastalıklarınızı bunların uzantısı yapar rahatlarsınız. Ama yüzleşmeden kaçtığınız için aynı hastalıkları yeniden üretmekten kurtulamaz, gizlice bunun olacağından korkar, tedbir olarak ‘dış düşman’ masalını sürekli hale getirirsiniz. Böylece bir bütün olarak, kimliğiniz ve geleneğinizle kendinizi hasta kılmaya doğru gidersiniz…

***

Örneğin darbenin arkasında ABD olsun isteği böyle bir şey. Bu arayış ‘gerçekten de’ ABD’nin darbeyi desteklemiş olma ihtimalinden bağımsız. Nihayette böyle bir ihtimalin üzerine gidilir ve kanıt varsa da açıkça ortaya konur. Darbenin arkasında ABD’nin olup olmaması yaşananları değiştirmiyor… Ama yaşananların anlamını değiştiriyor ve biz bunun peşindeyiz. Darbeyi ABD yapmış olsun ki biz de iç dünyamızda rahatlayalım istiyoruz. Sonrasında Gülen’i ABD’nin küçük yaştan seçip desteklediği masallarına kadar işi götürebilir ve belki birkaç sene içinde kendi sorumluluğumuzu tümüyle unutabiliriz.

Bu tutum henüz ‘toplumsal olgunluk’ açısından sıkıntılı olduğumuzu gösteriyor. İşin vahim yanı böylesine komplo tasavvurlarına muhtaç olduğumuz ölçüde, kafası ancak komplo seviyesinde çalışan kişilerin çok daha hızla kamusallaşmasıdır. Eğer siyasetçiler de aynı hevesin peşine düşmüşse, vasatlık bir kariyer haline gelerek yönetime de damgasını vurur. Öte yandan bu ortam toplumu da hastalığa katkı yapan ‘verimli’ bir toprak haline getirir. Hatta sonunda hastalıkla mücadele babında sahaya itilen yozlaşmış kariyerizm bir ‘bataklık’ misali siyasi atmosferi bir bütün olarak kuşatabilir… O noktadan sonra yönetimin topluma ait olan sorunları çözmesi, hastalıkları iyileştirmesi daha da zorlaşır ve ülke halinde muhayyel dış düşman taşlama ritüelinin anaforuna kapılıp gideriz…

***

Ahmet Sağırlı Türkiye gazetesinde 10 Ağustos tarihli yazısında şöyle diyordu: “Medyadaki, sosyal medyadaki meczuplar üzerinden propaganda yapmak mutabakatla alınmış bir karar mı, yoksa bir kanadın, işgüzar bir grubun fikri mi?” “Madem… melun bir yapıdan kurtuluyoruz, siz de devlet adına düşünenler olarak bu hastalıktan kurtulun. Medyadan, sosyal medyadan hapını içmiş uçuşa geçmiş şu kılıktaki bu kılıktaki adamlarınızı çekin”… “Medyanın yarısı meczup. Sosyal medyanın propaganda kanalı meczup. Hadi desen tahta kılıçlarla Avrupa’yı fethetmeye hazırlar. Bu devlet bizim ise tedbirini alın. Bizim değilse en azından milletin temsilcileri olarak bu saçmalığı reddedin.”

***

Sözü edilen meczupluk bugün herkesi komploculuğa, dış düşman şeytanlaştırmasına, hamasete ve daha önemlisi vasatlığa davet ediyor. Ne var ki vasatlık öldürücüdür… Bilgiyi önemsizleştirir, kanaatlerden sahte gerçeklikler üretir ve çokbilmişlikten beslenen hurafeleri gerçek bilip onların içinde saklanır. Vasatlık hele iktidara yamanarak kendisine alan açmışsa daha da tehlikelidir. Çünkü kolayca saldırganlaşabilir… Böylece yaratıcı ve serinkanlı düşünceyi boğar, kimliği yücelttiği ölçüde kişiliği ezer ve toplumu ilanihaye ergenlik halinde bırakabilir. Ama kim bilir, belki de zaten istenen hala budur…

YORUMLAR (44)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
44 Yorum