IŞİD’in geride bıraktığı boşluk ve bölgesel ittifaklar

IŞİD’le mücadele dönemi genel olarak öngörülebilir bir bölgesel jeopolitik ortaya çıkarmıştı. Bölgesel ve uluslarası güçler açısından üzerinde anlaşılabilecek bir zemin yaratmıştı IŞİD. IŞİD’i yenmeye ayarlanmış tekil hedef, aktörler arasındaki diğer anlaşmazlık noktalarını görünmez kılmıştı. Fakat IŞİD’ın en azından Irak ve Suriye’deki teritoryal formunun sona eriyor olması, aktör, çatışma noktaları ve kriz alanlarını daha fazla çoğaltıp görünür hale getirecek gibi duruyor. Buna ilaveten, bölgede bazıları Arap Baharı öncesinde, bazıları sonrasında bazıları da post-IŞİD döneminde daha fazla şekillenen ittifak ilişkilerini de bu dönemde daha fazla konuşacağız gibi duruyor. Hem bu farklı blokların kendi içerilerinde yaşayacakları dönüşümler hem de diğer bloklarla girişecekleri rekabet veya mücadele bundan sonraki bölgesel mücadele veya krizlerin mahiyetini belirleyecek gibi duruyor.

Başlıkta kullandığım ‘ittifak’ kavramına rağmen, bölgesel işbirliklerinin hepsini ‘ittifak’ kavramıyla açıklamak fazlasıyla iddialı bir tutum olur. Özellikle henüz bölgesel bir statükonun vücuda gelmemiş olması, bölgesel birçok işbirliğini konjonktürel kılıyor. Bu ilişkilerin bazıları daha sürdürebilir, daha yapılandırılmış ittifak ilişkileri formuna sahipken, diğerleri daha mesele bazlı, daha geçici bir niteliğe sahipler. Bu ikinci grup için işbirliği veya partnerlik kavramlarını kullanmak muhtemelen daha isabetli olacaktır.

Bu tartışmayı şimdilik bir kenara koyacak olursak, bölgede kabaca üç farklı ittifak ilişkisi veya bloktan bahsedebiliriz.

Bunların ilkini “otoriter statüko bloğu” olarak tanımlayabiliriz. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Mısır’ın başını çektiği bu blokun çekim alanına Ürdün de giriyor. Bu blok, İsrail ve Trump ABD’siyle de iyi ilişkilere sahip. Bu blokun ortak ötekisini siyasal İslam (tabii ki bunun devamı olarak Türkiye) ve siyasal Şii’lik (tabii ki bu grubun lideri olarak İran) oluşturuyor. Fakat son dönemlerde, bu grup Arap Şii’liğiyle İran arasında fark gözeten bir dil kullanıyor. Birinci grupla Araplık ortak kimliğiyle ilişki kurmaya çalışırken İran’ı Perslik üzerinden Arap dünyasından izole etmeye çalışıyorlar. Bu grubun temel hedefi, post-Arap Baharı dönemi bölgesel düzenini tekrardan otoriteryanizm üzerinden şekillendirmek oluşturuyor. Yani post-Arap Baharı döneminde zamanı tekrardan 2011 öncesine ayarlamak istiyorlar.

Fakat bu grubun iç bütünlük derecesi çok yüksek değil. Örneğin, bu grupta Suudi Arabistan, İran’ı daha agresif bir şekilde dengelemek isterken Mısır’ın böyle bir derdi yok. Yine, Suudi Arabistan ile BAE Yemen’e yaklaşım konusunda ciddi manada ayrışıyorlar. Körfez, Mısır’a sunduğu desteği belli ki güçlü şartlara bağlayabilmiş değil. Bu da Mısır’ın Yemen, İran, Lübnan gibi başlıklarda Körfez’den rahatça ayrışabilmesine yol açıyor.

Son olarak, hem iç hem bölgesel korkular hem de İran kompleksi bu blokun politikalarını şekillendirdiği için, bu blok hem daha agresif davranabiliyor hem de Yemen, Katar ve Lübnan örneklerinde olduğu gibi yanlış hesap hatalarını rahatlıkla yapabiliyor.

İkinci grubu İran merkezli ittifak sistemi oluşturuyor. Bölgesel bloklardan ittifak kavramını en fazla bu blok hak ediyor. İran merkezli bu ittifak, Esad rejimini, Hizbullah’ı, büyük oranda Irak merkezi hükümetiyle Haşdi Şabi gruplarını ve Yemen’deki Husi’leri içeriyor. Hibrit bir yapıya sahip olan bu ittifak hem devlet hem de devlet dışı aktörleri içeriyor. Bu blok, kaotik ortamlarda ve kimlik mücadelelerinde hareket kabiliyeti en yüksek ittifak sistemini temsil ediyor. Bu ittifak sisteminin ilişkileri zamanın hem de zor koşulların testinde geçmiş durumda.

İç bütünlüğü epey yüksek olan bu ittifak sistemi, ilişkilerine daha yapısal bir form kazandırmış durumdalar. Bu da onları daha kalıcı kılıyor. İran’dan Akdeniz’e kadar uzanan bir milis hattı inşa eden bu blok, Levant’ta da İran merkezli bir düzen inşası konusunda epey bir mesafe almış durumda. Bölgesel rekabeti kazandığını düşünen bu grubun önümüzdeki dönemde yüzleşeceği en temel sıkıntıların başında ise bu psikolojiyle bu psikolojinin kaynaklık ettiği maksimalist siyasal tutum geliyor.

Üçüncü grubu ise Türkiye ve Katar’ın merkezinde yer aldığı Arap Baharı dönenimde bölgesel değişimi destekleyen blok oluşturuyor. Bu blok, bölgede dış politika ölçeğini epey küçültülmüş durumda. Katar rejim güvenliğini, Türkiye ulusal güvenlik kaygılarını önceliyor. Kuveyt, Umman gibi ülkelerle daha fazla ilişki geliştirmek isteyen bu blok, birinci ve ikinci bloklar arasındaki rekabette tarafsız olan ülkelere de muhtemelen daha fazla ulaşmaya çalışacaktır. Fakat, bu blok, bölgesel rekabette daha tali bir role sahip; bir periferi bloğu görüntüsüne sahip.

Yukarıda mevzubahis olan her üç blok arasında hiç bir geçişkenlik olmadığı veya iş birliği alanları oluşmadığı sonucu çıkmasın. Türkiye ve İran’ın hem Katar krizi hem de Irak Kürdistan’ın bağımsızlık referandumu konusunda yaptıkları işbirlikleri bu geçişkenliklerin olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Yani ortak kaygı alanlarının oluşması halinde, özellikle ikinci ve üçüncü bloklar arasında mesele bazlı işbirlikleri gerçekleşebiliyor.

Velhasıl, IŞİD’in sahnede çekilmesi nedeniyle önümüzdeki dönemde hem bu bölgesel blokların kendi içerilerinde yaşayacakları dönüşümü hem de birbirleriyle girişecekleri rekabeti daha fazla konuşuyor olacağız. Tabii ki bu durum da önümüzdeki dönemde konuşacağımız yeni bölgesel krizlerin mahiyetini şekillendirecektir.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum