Adeta Karamanlı bir şehzâde

Ağabeyi II. Bayezid ile saltanat mücadelesine girişen Cem Sultan bir bakıma Karaman’ın Osmanlı tahtındaki adayıydı.

Şikârî’nin Karaman-nâme’sinde tarihî gerçeklikler ile en az uyumlu kısımların başında, yazarın birer vesile hatta bahaneyle anlattığı savaşlar ve savaş sahneleri gelir. Şehnâme türünde kahramanların bireysel hünerlerini öne çıkarabilmek için bir arkaplan oluşturması açısından savaş tasvirleri edebî bir gereklilik olabilir ama bunların tarihî gerçekliklerle ilintisini kurmak yolunda girişilecek bir çabanın fazla ödüllendirici olmayacağı düşüncesindeyim.

Öte yandan, herhâlde şimdiye kadar söylediklerimden de anlaşılıyordur, Şikârî’nin metnini, başta Alâeddin Bey olmak üzere Karaman hükümdarlarının başarılarını anlatan bir metin konumuna da indirgeyemeyiz. Şikârî, Karaman’ın zevalini de anlatır. Onun metninden yansıyan temalar arasında, güçsüzlük, çaresizlik, yenilgi, uğranılan ihanetler ve yalnız bey ailesinin değil bütün Karaman ahalisinin yaşadığı mağduriyetler de vardır.

Eğer, Karamanlılar adına yazılmış ve Dehhanî’nin başlayıp Yâricânî’nin tamamladığı bir şehnâme yoksa ve bütün metnin yazarı Şikârî ise, eserin başlarındaki olağanüstü Karaman başarılarının, eserin sonlarındaki zeval resmini daha iyi vurgulamak amacıyla anlatıldığını bile ileri sürebiliriz. Yok, Yâricânî ve şehnâmesi gerçekten mevcut idiyse de bu açıdan durum çok değişmiyor; Şikârî, bu metni, nereden nereye gelindiğini daha iyi gösterebilmek amacıyla kullanmış olmalıdır. Her şekilde, bugünkü hâliyle Karaman-nâme’yi düz bir tarih metni olarak okuyamadığımız gibi yalın bir şehnâme olarak da okuyamayız gibime geliyor.

Şikârî’ye bakılırsa, Fatih’in küçük oğlu Cem Sultan adeta Karamanlı bir şehzâdedir ve Osmanlıların, Karaman’da yaptıkları zulmün ve tahribatın da gayet farkındadır. Şikârî, her zamanki gibi Cem’in valiliğini de karışık anlatıyor. Güya, Cem Sultan önce Konya’da üç yıl yaşamış, sonra harabelikten kurtarmaya çalıştığı Lârende’de dört yıl oturmuş. Karaman halkını kendisinden hoşnut etmiş. Fakat Cem’i başka sancağa vermişler ve araya “Sultan Ahmed” ve “Sultan Mehmed” adlı iki başka şehzâdenin valilikleri girmiş. Sultan Mehmed’in üç yıllık valiliğinden sonra Cem Sultan yine Karaman valisi olmuş! Metnimiz, bildiğimiz diğer her kaynakla çelişir bir şekilde, “Zirâ Cem Karaman’da doğmuş idi. Lârende halkı muhkem severdi” diyerek bu dönüşü gerekçelendiriyor.

Fatih’in padişahlığında, 23 Aralık 1459’da Edirne’de doğan Cem’in Karaman’da doğması için asgarî şart tabii ki annesinin Karaman’da bulunmasıydı ama bu nasıl olmuştu, hızlıca geçelim. Ayrıca, Cem Sultan, 1474’ten beri kesintisiz bulunduğu Karaman valiliğindeyken babasının ölümü üzerine ağabeyi II. Bayezid’e karşı saltanat mücadelesine başlamış ve Mayıs 1481’de Bursa’ya ulaşarak orada padişahlığını ilân etmiştir. Şikârî’nin, Cem’in Karaman sevgisini açıklayabilmek ve farklı bir Osmanlı şehzâde- valisi portresi çizmenin yolunu, onu Karaman’da doğmuş olarak göstermekte bulduğunu söylesek kâfi olur sanırım.

Öte yandan, Karamanoğlu Kasım Bey’in, saltanat mücadelesinde Cem’in en büyük müttefiki olduğu doğrudur. Fatih’in son sadrazamı olan ve Cem Sultan taraftarlığıyla tanınan Nişancı Mehmed Paşa’nın Karamanlı olduğu bilgisini de araya sıkıştıralım… Şikârî, Cem ve Kasım arasında muhabbet-nâmeler gidip geldiğini söyledikten sonra ikisinin tanışması faslını anlatır. Cem Sultan, avlanmak için Kureyş Dağı’na çıkar. Kureyş beyleri o sırada Kasım Bey’e ziyafet vermektedir. Kasım Bey tarafından ziyafete çağrılan Cem, bir miktar korku çekip tereddüt ettikten sonra davete icabet eder. Metin, “Hâl hâtır soruşdular, biraz diyâr-ı Karaman’a olan zulmü söyleşdiler. Birbirine muhkem muhabbet eylediler. Kırk gün ayş ü işret eylediler” diyor.

Tabii ki siyasîlerin olduğu bir yerde sadece yeme içme olmazdı… Cem Sultan, “Eğer ben padişah olursam yine diyarını sana vereyim” diye ahdeder, Kasım Bey’e söz verir. Sonrasında Şikârî, Fatih’in ölümünden hiç bahsetmeksizin, “Bir gün Cem Sultan saltanat davasına düşüb Kefe’ye geçti. Bir nesne peyda edemedi. Andan sonra başına asker cem‘ edüb Bursa’ya vardı” diyerek Cem Sultan’ın saltanat mücadelesini anlatmaya girişiyor. II. Bayezid de İstanbul’dan gelmiş ve “Hersenk Beli” denen yerde “yedi gün” savaşmışlar. Cem’i, I. Selim ile karıştırıyor, mutadı üzere Yenişehir’de sadece yarım gün süren çarpışmayı bir haftaya yayıyor ama ilginçtir, “Cem Sultan sınub ayağına yâre erişdi” diyerek en önemli çağdaş kaynaklardan olan ve Cem’in yakın çevresinden bir kişi tarafından yazılan Vâkı‘ât-ı Sultan Cem’deki bir kaydı da doğruluyor. Yalnız, oradan öğreniyoruz ki Cem Sultan, savaş esnasında değil, kaçarken sol ayağını at teptiği için yaralanmıştır.

Neyse, metnimize dönelim. Cem, yaralı ve perişan bir hâlde sadece on dört adamıyla Konya’ya ulaşır. Konyalıların çığlıkları ve feryatları içinde ailesini ve eşyalarını alarak Lârende’ye geçer. Kasım Bey, “macerayı duyub”, Cem’i, Bulgar Dağı’na getirmesi için adamı Kökez’i gönderir. “Lala Paşa” adlı bir Osmanlı komutanı Cem’e engel olmaya çalışır ama Karaman askerleri onun 20.000 kişilik ordusunu dağıtır ve Cem’i kurtarırlar. Cem ve Kasım Bey, “devr-i nâ-hemvâriden” (uygunsuz devirden) şikâyet edip ağlaşırlar. Bulgar Dağı sarp olduğu için kimse Cem’e erişemez, üç yıl orada kalır!

Sonra Cem, hacca gitmek ister. Kasım Bey’den izin alır. O da ona yedi yük akçe verir, yanına 1000 kişilik bir muhafız birliği katar. Cem Sultan’ın da 500 adamı vardır. Karaman birliği Halep’e kadar eşlik eder. Halep beyi (Memluk valisi) Cem’i iyi karşılar. Şam’ı, sonra Kudüs’ü gezdirir. Cem, oradan Mısır’a geçer ve altı ay kalır. Oradan Mekke’ye geçer. Bir yıl orada “mücavir” kaldıktan sonra hac mevsimi gelir. Cem, hacdan sonra yine Mısır’a döner. Mısır sultanı hemen bırakmaz. Bir yıl daha Mısır’da kalır.

Anadolu tarafında ise yeni gelişmeler vardır. Cem Sultan’ı çok seven Ankara sancakbeyi Mehmed Bey, Karamanoğlu’na mektup yazarak, “Lûtf edüb Cem Sultan’ı Mısr’dan getürsen, hem Tatlar [Araplar] elinden kurtarsan ve hem Osmanoğlu ile bir dahi cenk edelüm” der. Kasım Bey harekete geçer. Kethüdasını bir muhabbet-nâme ile birlikte Mısır sultanına gönderir. Mısır sultanı aslında Cem’i bırakmak istemiyormuş ama Karamanoğlu’ndan mektup gelince gitmesine izin vermiş.

Kasım Bey, Cem’i karşılar ve beraberce Bulgar Dağı’na çıkarlar. Biraz hoşça vakit geçirdikten sonra Kasım Bey şöyle der:

“Ey Sultan Cem! Bizim yirmi sekiz bin cenk görmüş dilâverlerimiz vardır. Senin dahi nice muhabbet muhlisin vardır. Yedi bin yiğit Engürü Beyi Mehemmed Beğin vardır. Cümle kırk dokuz bin er olur. Osmanoğlu ile tokuşalım. Ya taht ola ya baht! Eğer olmazsa yine mekânımız Bulgar Dağı hazır.”

Eh, Kasım Bey’in hesabını yaparken tam tahmin ettiği gibi Cem’in başına da 14.000 asker toplanır. Önce Lârende alınır. Osmanlılar Konya’ya kaçarlar. Konya da düşer. Cem ve Kasım oradan da Ankara’ya geçerler.

Ankara yakınlarında bir sahrada, Osmanlının gönderdiği “Lûtfi Paşa” adlı serdarla savaşırlar. Kökezoğlu, Lûtfi’yi yakalar. Cem Sultan kendi eliyle Lûtfi Paşa’yı katleder. Yenilen Osmanlı askeri İstanbul’a kadar kaçar. Cem de gelir, Eskişehir önüne konar, yemeye içmeye, eğlenceye dalar. Kasım Bey’in, “Gel dönüb gidelüm, bir gayri tedarik görelüm” nasihatini dinlemez. Kasım, kendi askerini alıp Ankara’ya gider. Onu dinlemeyen Cem de II. Bayezid’in üzerine… Yine “Hersenk Beli’nde” savaşırlar. Cem biraz üstünlük sağlar ama döner Eskişehir önüne gelir. Bayezid takip eder. “Yedi gün” çarpıştıktan sonra Cem yenilip Konya’ya kaçar.

Aksi gibi Karamanoğlu Ankara’dadır. “Ne durursun tiz gelesin” haberi gelir. Kasım Bey’in Pir Han adlı tecrübeli seraskeri ona “Padişahım! Cem Sultan üslûb-ı cengi bilmez. Her kande varsa askeri kırdırır, gel Engüri’den kalkalım” der. Karaman ordusu Sultan Alâeddin Han’ı yakınında Osmanlı askeriyle çarpışır, onları yener. Bayezid’in bir beylerbeyi kaçarak Karamanoğlu’ndan şikâyet eder. Bayezid de ordusunun doğruca Haymana’dan geçerek Lârende’ye gitmesini emreder. Yine Alâeddin Han’ında büyük bir savaş olur. Kasım Bey, 28.000 asker ve on altı boy beyi ile 70.000 kişilik Osmanlı ordusuyla savaşır ve dokuz gün savaşarak galip gelir. Kasım savaşırken, Pir Han, Osmanlı ağırlıklarını zapt eder.

Muzaffer Kasım Bey’i, Konya’da, Cem Sultan karşılar. Kasım, Osmanlıdan alınan bütün ganimeti Cem’e verir. Cem, “Anın devleti yeğindir. Yüz kere cenk etsek faidesi yokdur” der. Karamanoğlu hak verir, “Bir zaman bizim hükmümüz Sivas’dan İskender Kesdüğü Yer’e dek yürürdü (…) Şimdi Bulgar Dağı’ndan gayri bir sakin olacak yerimüz yokdur. Bu dünya bize kalmadı, ana hiç kalmaz! Gel varub bugün Bulgar’a çıkalum. Bâki ömrimizi Bulgar’da geçürelim” der. Bu arada, gözcülüğe giden Ankara Sancakbeyi Mehmed Bey de Osmanlı askeriyle karşılaşır ve yakalanarak öldürülür. II. Bayezid yedi kez asker göndermesine rağmen çaresiz kalır. Sonunda Lârende’ye “Sultan Mehmed” adında bir şehzade ve 12.000 kul koyar ve İstanbul’a döner.

Cem Sultan, iki yıl Bulgar Dağı’nda kalır. Yanında “Frenk Ali Bey” adlı bir kethüdası da vardır. Bir gün Kasım Bey’e şöyle der:

“Ey Karamanoğlu! Benim kethüdam Rodos’dan gelmedir. Frenk oğludur. Bana der ki ‘Gel beni Rodos’a gönder. Varub Rodos Beği ile müşavere edelüm. Bizi Rumili’ne geçürsün. Varub kıraldan yardım alalum ve Frenk’den yardım alalım. Biz Rumili’nden, sen bu cânibden yürü. Aradan Bayezid’i kalduralım’…”

Kasım Bey ise, “Biz kâfir ile imtizaç edemezüz. Gel sözüm tut, seni Mısır sultanı edeyim” diyerek karşı çıkar. Meğerse Karamanoğlu’nun kayınpederi olan zamanın Halep valisi, ona “Gel seni Mısır’a sultan edeyim” diye haber göndermiş… Kasım Bey, bu haberleşmeleri aktarıp kendine olan teklifi Cem’e yapmış.

Cem Sultan ise, “Kâfir taifesinin ahdi dürüsttür, Arab taifesinin değildir” diyerek bu teklifi reddeder. Frenk Ali Bey Rodos’a gider, Rodos beyi ile anlaşır. Yanına iki sağlam gemi, 400 Frenk askeri ve bir “ahid-nâme” alarak döner. Cem ahitnameyi okur, şartları kabul eder. Kasım Bey’in “Gel, bir alay bî-din kâfirin arasına varma (…) Mısır’a gitmemiz yeğdir” uyarılarını dikkate almaz. Rodos’ta iyi karşılanınca dört parça gemi gönderir, kalan malını, hazinesini ve beylerini yanına aldırır. Fakat Rodoslular sonra ahitlerini bozar. Cem’i hapsederler. Başına çok felâketler gelir. Dört yıl sonra da “Tunos”(?) vilâyetinde vefat eder.

Şikârî’ye göre Karaman’da doğan, Karaman’daki zulümlere ağlayan ve Osmanlıya karşı Karamanoğlu ile birlikte çarpışan Cem Sultan’ın hikâyesi böyle. Bu hikâyenin özellikle II. Bayezid ile olan savaşlar kısmında tarihî vakalara uyan pek bir şey yok. Cem, Bayezid’le iki değil sadece bir kez yüz yüze savaşmıştır. Ankara sancakbeyi Mehmed’in Mısır’a kaçan Cem’in 1482 baharında tekrar Anadolu’ya gelmesinde etkili olduğu doğrudur ama Cem’i karşılamak için Halep’e gidince Ankara’da denetimi yitirmiş, kenti yeniden almak isterken de Çubuk Ovası’nda öldürülmüştür. O sırada Konya’yı kuşatan Cem ve Kasım Bey, Bayezid’in ilerlediği haberleri üzerine bu kuşatmayı kaldırıp Ankara’ya yönelmişler ama Bayezid’e karşı koyamayacaklarını anlayınca Ankara önünden de hızla çekilerek Taşeli’ne kaçmışlardır. Kısaca bu 1482 yazında ne Konya ne de Ankara, Cem Sultan’ın eline geçmiştir.

Bunlardan ve fevkalade bozuk olan kronolojisinden de öte, Şikârî’nin, Karamanoğlu Kasım Bey’e ve Cem’in Frenk kethüdasına atfettiği roller, Vâkı‘ât-ı Sultan Cem tarafından hiç doğrulanmıyor. Bu konuyu gelecek yazıya bırakalım. Yalnız, Vakıat yazarı da, Cem Sultan, bir önceki yaz, yani 27 Haziran 1481’de Şam’a gitmek için Konya’dan ayrıldığında, “Konya’nun ve sâir Karaman memleketinün kavmınun figânını firâkını zârısını gören kıyâmet kopdı sanurdı” diyor. O zaman her iki yazarın da Cem Sultan’ın Karaman’da çok sevildiği hususunda görüş birliğinde olduğunu söyleyebiliriz.

18-12/22/ekran-resmi-2018-12-22-235256.png

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum