Uzun ömürlü gaziler

Osmanlı tarih yazıcılığında Ertuğrul Gazi ile birlikte Söğüt’e gelen yoldaşlarının Osman Bey zamanında da faal oldukları kabul edilir.

Neşrî, daha önceki başka hiçbir kronikte bulunmayan bir kurguyla, Osman Gazi’nin, kendisinin Bilecik tekfuruna karşı huruç etmesini engelleyen amcası Dündar’ı okla vurarak öldürdüğünü söylüyor. En erken Osmanlı kroniklerinde Dündar Bey’in adı geçmediği hâlde Kemalpaşazâde’den başlayarak Osmanlı tarihçileri Dündar’ın tarihî bir kişi olduğunu kabul etmekle kalmamış, Osman Bey’e olan muhalefetinden dolayı da ondan olumsuz kelimelerle bahsetmiş, hatta ihanet ettiği ve bu ihanetinden dolayı idam edildiği tezini işleyenleri bile olmuştur.

18-09/22/ekran-resmi-2018-09-22-215353.png

Meselâ, 19. Yüzyıl tarihçilerinden Hayrullah Efendi’ye göre, Dündar Bey, Bilecik tekfuru ile “nihânî akd-i ittifak” etmiş yani gizli bağlaşması varmış ve ordu içinde sürekli olarak, Osman’ı yalanlayan, askerlere korku verecek ve Osman’dan nefret ettirecek sözler söylermiş. Hayrullah, Dündar’ın, Osman Bey tarafından şahsen katledildiğini değil de, Bilecik alındıktan sonra “cümle ittifakıyla zarar-ı amdan zarar-ı has tercih” olunarak idam edildiğini söylüyor. Toplumun zararından ise kişinin zarar görmesinin daha iyi olduğunu söyleyen bu formülün, Osmanlı devletinde kardeş katlini gerekçelendirmek için sıkça kullanıldığını hemen not edelim.

Hayrullah Efendi’nin Dündar’ın tekfurlarla gizlice anlaştığı görüşünü bir rivayet olarak aktaran merhum İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Dündar için, “yeğeni aleyhine faaliyeti duyulduğundan katledildi” ve “Dündar Bey, Osman Bey’in reisliğini bir türlü hazmedemeyerek münasip bir fırsat bekliyordu” gibi ifadeler kullandığına göre bu rivayeti kabul etmiş olmaktadır.

Uzunçarşılı’nın, Dündar’ın tarihî ve gerçek bir kişi olduğu hususunda da herhangi bir şüphesi yoktur. Yalnız burada kroniklerin rivayetinden daha sağlam bir kaynağı vardır. Uzunçarşılı, 1521 tarihli Hüdâvendigâr vilayeti tahrir defterlerindeki bir kayda dayanarak, Dündar Bey’in, Köprühisar köyünde bir mezra vakfettiğini söylüyor ve bunu yapabilmesi için Köprühisar’ın o sırada alınmış olması gerektiğine dikkat çekiyor.

Merhum Ömer Lûtfi Barkan ve Enver Meriçli’nin yayımladıkları Hüdavendigâr Livası Tahrir Defterleri’ndeki bir kayıtta, “Dündar Beğ vakfı ki kadı ma‘arifetiyle bir çiftlik yerdir ve bir değirmen vardır” bilgisi veriliyor. Sayım yapıldığı sırada Ali Fakih mutasarrıf bulunuyormuş ve elinde, zamanın padişahı (Kanunî) ile II. Murad ve II. Mehmed tarafından verilen belgeler bulunuyormuş. Kafadar’ın işaret ettiği üzere burada adı geçen Dündar’ın, Osman’ın amcası olduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır ama vakfedilen arazi de, Neşrî’nin, Dündar Bey’in defnedildiğini söylediği Köprühisar yakınındadır.

Aynı kaynakta Dündar Bey hakkındaki tek kayıt bu değildir. Dündar Bey’in, Yenice-i Taraklı kazasında vakfettiği bir başka mezrası daha varmış. Kayıtta, “Mezre‘a-i Dündar Beğ: Vakıfdır, Süleyman Paşa’dan ve Murad Beğ’den ve Sultan (sic) nişanı var” deniyor ve en son kullanıcının I. Selim beratıyla Ali adında biri olduğu söyleniyor. Bir de Akyazı kazasında Dündar veya Dündarlı adında bir köy kaydedilmiş ama bu kayıtta “Beğ” unvanını görmüyoruz.

Bu iki kayıttaki Dündar Bey’in, Ertuğrul’un kardeşi olduğuna dair açık bir şey söylenmiyor ama tahrirde “bey” unvanının çok az kullanılmış olmasından yola çıkarak onun kastedildiğini düşünmek eğilimindeyim. Öyle bile olsa, bu tabii ki Ertuğrul’un Dündar adlı bir kardeşi olduğunun kesin kanıtı olamaz. Olsa olsa Osmanlı toplumunda bu yolda bir gelenek olduğunu ve bu geleneğin Orhan Bey’in oğulları Süleyman Paşa ve I. Murad’a kadar geri gittiğinin kanıtı olur.

Merhum Ekrem Hakkı Ayverdi de Ertuğrul Gazi türbesinin batısında, oğlu Savcı Bey ve kardeşi Dündar Bey’in yattığını söylemektedir. Ayverdi, Ertuğrul Gazi türbesi vakfının Orhan Bey tarafından kurulmasından dolayı türbenin de onun tarafından yapıldığı düşüncesindedir. Fakat maalesef, mevcut türbenin ne zaman yapıldığı, hatta tam olarak hangi zamanlarda tamir gördüğü bilinememektedir. II. Abdülhamid dönemindeki kapsamlı bir tamir sırasında konulan kitabede, türbenin 1171 / 1757-58’de Ahmed Han (III. Ahmed, 1703- 1730, ölümü 1736) tarafından tamir edildiğinin belirtilmesi, Ayverdi’nin dediği gibi yanlıştır ve epigrafik kaynakların da yanıltıcı olabileceğini göstermektedir.

Kısacası, Dündar Bey’in gerçekten yaşamış bir kişi olup olmadığını tartışılmaz bir kayıt veya delile dayanarak bilemiyoruz. Neşrî’de, Osman Gazi ve Dündar’ın Bilecik’in fethine ve genelde bir gaza ve fütuhat faaliyetine girişip girişmemek konusundaki tartışmaları ise tabii ki çok önemlidir. Cemal Kafadar, haklı olarak Dündar’ın savunduğu politikanın bazı kaynaklarda Ertuğrul’a atfedilen politikayla aynı olduğunu hatırlatıyor. Yani Hıristiyan komşularla iyi geçinmek ve Germiyanoğlu ile adavet… Kafadar, beyliğin izlediği politikanın Osman Gazi ile birlikte çok köklü bir şekilde değiştiğinin biraz Âşıkpaşazâde’de ama asıl Neşrî’de görüldüğüne dikkat çekiyor. Dündar’dan söz etmeyen anonim tarihler ve Oruç Bey’de, gaza faaliyetinin Ertuğrul zamanında zaten başlamış olarak gösterildiğini, Osman’ın beyliği sırasında sadece bir yoğunlaşma olduğunu, dolayısıyla da bunlarda bir politika değişikliği, çatışma ve rekabet görülmediğini söylüyor.

Bu noktadan devam edersem, onun gerçekten yaşamış olup olmadığı sorusundan bağımsız olarak, Dündar’ın katledilmesiyle eski politikaların da “öldürüldüğünü” söyleyebiliriz. Hatta Neşrî, Ertuğrul zamanında ve Osman’ın beyliğinin başlarında, Doğu Roma’nın yerel yöneticileriyle neden müdârâ edildiğini, dahası beylikte niçin en başından beri gaza faaliyetinde bulunulmadığını açıklayabilmek için bu hikâyeyi kullanmış bile olabilir.

Peki, ortada iki ayrı görüş varsa, bazı kronikler de gaza faaliyetinin Ertuğrul’dan beri söz konusu olduğunu söylüyorlarsa, bunlardan hangisi tarihî gerçeklikleri daha iyi yansıtmaktadır? Ben, Aşıkpaşazâde ve Neşrî’den çıkan resmin daha gerçekçi olduğu kanaatindeyim. Sebebi gayet basit, Selçuklu ve Bizans kaynakları, değil Ertuğrul’un adını gaza bağlamlarında anmak, kendisinden hiç bahsetmiyorlar bile. Osman Bey de ancak, 1302’deki Bapheon Savaşı ile Bizans kroniklerinin ilgi alanına giriyor. Osman Bey’in istiklâli için de yakın tarihler verildiğini dikkate almak gerekir. Selçuklu kaynaklarının, bir karmaşa döneminde, üstelik Selçuklu devletinin uçlardaki etkisini yitirdiği bir zamanda küçük bir beyliğin siyasî maceralarını kaydetmeyebileceklerini kabul edelim; peki gaza faaliyetlerinin muhatabı olan Bizans kaynaklarının Ertuğrul Gazi’nin gazaları hakkında suskun kalmalarını nasıl açıklayacağız?

Dolayısıyla, Osman Bey’in henüz tam olarak tahlil edemediğimiz sebeplerden dolayı, babasının ölümünden sonra çok ciddî bir politika değişikliğine gittiğini düşünebiliriz. Yalnız bu hurucu Bapheon ile başlatma yanlısı da değilim. İşte daha önceki 15- 16 yıllık hazırlık dönemini de en ayrıntılı olarak Aşıkpaşazâde ve Neşrî’den izleyebiliyoruz. Ayrıca, Ertuğrul’un gazalar yaptığını söyleyen diğer kaynakların da ilk fethedilen yerler için farklı tarihler vermediklerini, hepsinin Osman zamanında olduğunu söylediklerini ekleyelim. Meselâ, Anonim Osmanlı Tarihi Bilecik, Köprühisar, Yarhisar ve İnegöl’ün 699 /1299-1300 yılında fethedildiğini ve ilk hutbenin de yine aynı yıl Karacahisar’da okunduğunu söylüyor. Oruç ise Bilecik ve İnegöl’ün 687 / 1288-89’da [varyantta 697] fethedildiğini, ilk hutbenin de Karacahisar’da 689 /1290- 91’de [varyantta 699] okunduğunu söylüyor.

Kaynaklarda ve onlardan yola çıkarak pek çok modern eserde, Ertuğrul Gazi’nin Söğüt yöresine ilk gelişinin 630’lu yıllara yani 1232-33’ten başlayan tarihlere konulduğunu dikkate alırsak sonrasındaki yarım asrı aşkın süre için hiçbir kaynağımızın herhangi bir gaza veya fetih tarihi vermemesini nasıl açıklayacağız? Bu durumda, Ertuğrul Gazi’nin beyliğinin tamamında ve Osman’ın beyliğinin ilk kısmında, sadece Selçuklu ve Bizans kaynaklarının değil bizatihi Osmanlı kaynaklarının da suskun olduğunu kabul etmekten başka bir çare kalıyor mu?

Bu arada, Ertuğrul Gazi’nin Söğüt yöresine gelişini 1230-31 veya yakın bir yıla koyan eski- yeni kaynakların sebebiyet verdiği bir karışıklıktan da bahsetmeliyim. Şöyle ki; Ertuğrul’un onunla beraber Söğüt’e geldiği söylenen yoldaşları, mesela Samsa Çavuş, faaliyetlerine Ertuğrul’un ölümünden sonra, Osman zamanında da uzunca bir süre devam ediyor! Bu durumda, hele ki, Osman Bey’in gazaya ancak bir noktada başladığını kabul ediyorsak, yuvarlak hesap 1285 yılı diyelim, Osman Bey’in babadan kalma yoldaşlarının 55 senelik bir barış / müdârâ döneminden sonra bizzat ve bilfiil savaşlara katıldığını da kabul etmek durumunda kalırız.

Ertuğrul’un kardeşi olması hasebiyle oldukça yaşlı olması gereken Dündar’ın kendisi bile, yeğeni Osman tarafından kethüda / komutan yapılarak Bilecik tekfuruna yardım için gönderdiği askerlerin başında Köprühisar tekfuruna karşı savaşmamış mıydı? Ertuğrul’dan ne kadar küçük olursa olsun, 1230-31’de Söğüt’e gelen Dündar, o zaman kundakta bile olsa, 1299-1300 yılında kaç yaşında olurdu?

Maalesef, Ertuğrul’un Söğüt’e gelişini bu denli erken tarihlere koyan geleneğin Osmanlı tarihyazımcılığında hâlâ büyük oranda kabul gördüğünü, önemli Osmanlı tarihçilerinin bu rivayeti ve Ertuğrul’un yoldaşlarının Osman’ın beyliği esnasında da faal olduklarını aynı zamanda kabul etmede bir beis görmediklerini söylemek durumundayız. Ansiklopediler gibi temel referans kaynaklarının durumu da farklı değildir.

Türkiye’deki hâkim yaklaşımı göstermesi açısından, Ayverdi’nin 1966’da yaptığı ve temsil niteliğinin hâlâ yüksek olduğuna inandığım özeti veriyorum:

“Demek ki Ertuğrul Gaazî 630 (1232-33) de Söğüd’e yerleşmiş ve 680 (1281) e kadar hemen elli sene müddetle orada yaşamıştır. Selçukî devleti, Sultan ‘Alâüddin’in vefatına kadar devam eden kuvvetli devrinde, hep baskınlar yapdığı halde, halefleri zemânında Bizans’la sulh hâlini devâm ettirmek mecbûriyetini hissetmişdir. Bu vaz‘iyet karşısında Ertuğrul Gaazî ihtiyatlı olmağı tercîh ile bütün komşuları, bu arada İznik İmparatorluğu ve onun İstanbul’a sâhib olmasından sonra, Bizans’la hoş geçinmeğe bakmıştır. Ertuğrul Gaazî’nin silah arkadaşları Akça Koca, Konuralp, Turgudalp, Hasanalp, Saltukalp, Abdurrahman Gaazî, Akbaş, Samsa Çavuş, onun kardeşi Sülemiş Çavuş, Aykutalp, Karamürsel, Bahşilu, Karateke, Şeyh Mahmud, Taz Ali, Kara Tekin gibi dev kahramanlar idi. (…) Hemen hepsi de çok uzun yaşamış olup Osman Gaazî devrine de erişmişler ve gazâlar ederek fethettikleri diyarlara adlarını bırakmışlardır, Konurapa- Konurpa, Kocaeli, Turgudeli, Akbaş v.s. gibi.”

En erken dönemleri dâhil Osmanlı mimarisi üzerine kitabeleri, planları ve fotoğraflarıyla ciddî emek mahsulü eserler bırakan Ayverdi, başka bir seferinde de Samsa Çavuş için “Dikkatli hesab edilirse bu sırada yaşı da yüzü epeyce mütecâviz olmalıydı. Çünki 630 sonlarında yetişmiş bir insan olarak Söğüd’e geldiğine göre 723 de asrı çoktan aşmıştı. Ne mutlu böyle bir hayata, ne mutlu böyle serdengeçdilere dayanan millete” ifadelerini kullanıyor. Ayverdi, Ertuğrul Gazi’nin yoldaşlarının isimleri için Gelibolulu Mustafa Âli’nin Künhü’l-ahbar’ına referans veriyor. Bunların içinden Samsa Çavuş ve kardeşi gibi bir- ikisinin çok yaşlı bulundukları hâlde fizikî olarak savaşlara ve seferlere katılabilecek durumda olduklarını kabul etsek bile, bütün grubu ne yapacağız?

Britanyalı Osmanlı tarihçisi Colin Imber ise, Ertuğrul ve Osman’ın bu isimleri geçen yoldaşlarının, yer isimlerinden yola çıkılarak halk etimolojisi yöntemiyle uydurulmuş efsanevî karakterler olduklarını ileri sürmüştü. Aralarında belki de böyle birkaç isim olabilir ama hepsinin bu yöntemle uydurulmuş, dolayısıyla da aslında hiç var olmayan kişiler olduğunu kabul etmek oldukça güç görünüyor. Samsa Çavuş veya Kara Mürsel gibi isimleri halk etimolojisiyle açıklanamayacak kişiler de vardı… Neyse, konu o değil, bu gazilerin Osman döneminde grup olarak nasıl bu kadar faal olabildiklerini sormak galiba Imber’in de aklına gelmemiş. Bendeniz ise, bu kişilerin hepsinin kurgusal olduğunu veya tümünün birden yüz yaşını geçmiş olduklarını varsaymaktansa, Ertuğrul’un Bithynia’ya geliş tarihinin çok daha sonralara çekilmesinin daha az külfetli olduğu düşüncesindeyim. Hatta bir adım daha atayım ve Osman Bey zamanına erişen bu kişilerin Ertuğrul’un Bithynia’ya geliş tarihinin o kadar erken olamayacağının kanıtları olduğunu söyleyeyim.

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum