Dua etmekten başka çare kaldı mı?

Geçen seneki şiddetli yaz yağmurlarının birbiri ardınca bina göçüklerine yol açması üzerine demiştik ki “Belli ki tahmin ettiğimizden çok daha fazla sayıda ve oranda çürük yapı var İstanbul’da. 1999’dan bu yana muhtemel bir depreme hazırlanan veya hazırlanması gerektiği söylenen 20 milyon nüfuslu en büyük şehrimizde.”

Böyle bir şehirde tartışılmaz şekilde zorunlu olan kentsel dönüşümün o günden bu yana sürekli lafı edildiği halde gerçekleştirilmemiş olması şehri ve ülkeyi yöneten siyasi kadroların müteselsil sorumluluğu dahilinde bir konu ama 99’dan sonra inşa edilen yapıların bile depremin ardından çıkarılan yeni kurallara uygun yapılmayışı bambaşka bir problem.

Görünen o ki ihmal var, denetimsizlik var. Yani birilerinin görevlerini yerine getirmemesi. Bunların kim olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Ama bu görevlerin gerçekleşmesinin planlama, organizasyon ve yönetimi boyutundan sorumlu olanların kimler olduğunu az çok biliyoruz. Ne var ki “planlama, organizasyon ve yönetim” diye kodladığımız “devletin işleyişi”nde sorumluluk sahibi kadrolar kadar toplumda geçerli veya egemen anlayışların da payını unutmamak lazım.

Biraz daha açık konuşalım: Bizim temel problemimiz yasalarımızın, kurallarımızın olmayışı değil. Zaten “kuralsızlık” demek kuralın mevcut olmaması demek değil. Yasaların, kuralların gerektiği şekilde işletilmeyişi demek. Daha doğrusu, bunların herkes için ve her şart altında geçerli olmasının temin edilemeyişi. Bu konuda ne yukarıdan aşağıya ne de aşağıdan yukarıya bir talebin de mevcut olmayışı. En kötüsü, buna ihtiyaç hissedilmeyişi. (“Değerlerimiz var, kurallarımız yok”, Karar, 31.7.2018)

***

Yapılması gerekenler zamanında yapılmadığı için şimdi ciddi bir riskle karşı karşıya olan bir konu da Türkiye’nin her anlamda can damarı olan İstanbul’un imarı meselesi. Yıllardır her fırsatta defalarca şunu yazdım, söyledim kendi adıma:

Türk ekonomisinin taşıyıcı sektörü olarak inşaat sektörünün seçilmesi yanlış değil ama İstanbul’un yanıbaşındaki arazide adeta yeni bir İstanbul inşa ederek doğal çevreyi daraltmak yerine şehrin içinde yer alan çarpık yapılaşmayı ortadan kaldırmak üzere “kentsel dönüşüm” projelerine kanalize edilebilir bu sektör. Böylece hem ekonominin lokomotif sektörünün canlılığı temin edilir hem de İstanbul’un depreme karşı güvenliği sağlanır ve düzenli, planlı, donatı alanları olan, insanca yaşanabilir bir şehir ortamına kavuşturulur insanımız. Böylece ihtiyaç miktarının üzerinde konut üretiminin iç göçü teşvik etmesi de bertaraf edilir...

Bir gazete yazarı söyledi diye derhal dikkate alınması gerekmiyor tabii, ama akla ve mantığa aykırı olduğu iddia edilemeyecek bu öneriler tartışma gündemine bile giremedi onca zamandır. Hatta muhalif siyasetçiler bile bakmadı işin bu tarafına.

Ortadaki sorunlar konusunda iktidarın yaklaşımına alternatif olabilecek çözümler üretemeyen ve topluma başka bir yol öneremeyen muhalefetin kendisini alternatif olarak sunması da mümkün olmuyor tabiatıyla.

Sonuç olarak yanlış iliklenen bir düğme diğer düğmelerin doğru iliklenmesini de imkânsız hale getirdi. Şimdi karşımızda yakın zamanda bir deprem felaketi yaşamamak için dua etmekten başka çare kalmadı.

***

Ancak şu da var ki bu konudaki vurdumduymazlık toplum olarak hepimizin kabahati. Elbette asıl sorumluluk yönetici kadroların ama yalnızca geçen 20 yıldaki siyasi iktidarları veya yerel yönetimleri suçlayarak işin içinden sıyrılmak da doğru değil. Kamuoyunun bu konuda bir hassasiyeti olsaydı siyasetçiler buna bigâne kalamazlardı. (“Çözümlerimiz Günlüktür”, Karar, 14.2.2019)

YORUMLAR (55)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
55 Yorum