Gidenler neden gidiyor kalanlar niye kalıyor?

AK Parti içindeki muhalefeti ve kopuşları “koltuğunu kaybedenlerin arayışları” olarak gören veya öyle görmek isteyen kişiler az değil. “Yeniden milletvekili yapılsaydı, yeniden bakan olsaydı bir yere gitmezdi” deniliyor AK Parti’nin son dönemlerindeki gidişini beğenmeyip kopanlar için. Ne var ki bu durumda partinin aslında menfaat birlikteliğinden ibaret olduğu, esas olarak kişisel menfaatler için bir araya gelinmiş olduğu, geri kalanların da menfaati kesilse çekip gidecekleri gibi bir anlam çıkıyor.

İktidar partisine yönelik olarak “mahalle içinden gelen” her türlü eleştiri “maması kesildiği için bunları söylüyor” cevabıyla karşılanıyorsa bütün mahallenin ahlakı “okka altına” gitmiş olmuyor mu?

Buna karşılık, böyle bir yaklaşımın büyük bir camiaya karşı ciddi bir haksızlık olduğunu söylemesi beklenen “kalem”ler, tam aksine “gidenler menfaat için gitti, biz dava için burada kaldık” diye durumdan kendilerine paye çıkarma derdinde görünüyorlar. Oysa bu kalemlerin büyük kısmı “mahalleye” sonradan gelmiş, hatta karşı saflardaki performansı beğenilip oradan buradan devşirilmiş ve bu bakımdan “dava” sözü ağızlarında fazlasıyla eğreti duran kişiler.

***

Buradaki asıl paradoks şu: Gidenler gerçekten de kişisel menfaat peşindeki kişilerse bunların ölçüleri ve hacmi malum olan iktidar imkanlarından vaz geçip muhalefete geçmeleri çok mantıklı olmaz. Çünkü iktidar otobüsünde herkes için iyi kötü bir yer olduğu ve kendi istekleriyle inenler dışında hiç kimsenin otobüsten atılmadığı da bilinen bir husus. Şoför yanı olmasa da tekerlek üstü var. Yani hiç kimse menfaati bittiği için buradan ayrılmak zorunda değil.

Bu durumda kendi kişisel menfaatini düşünen kişilerin gemiyi terk etmeleri için ancak geminin batacağını görmüş olmaları gerekir. Gelgelelim bu kişilerin “batan gemi”yi terk ettikleri düşünülüyorsa geminin batıyor olduğunun kabulü gerekmez mi? Geminin batıyor olmasının kabulü ise ayrılanların dile getirdikleri “gemi kötü yönetiliyor” şeklindeki uyarı ve eleştirilerin haklılığını göstermez mi?

***

Daha önceleri defalarca dile getirdiğimiz üzere, işin gerçeği şu: Ortak aklı esas alan bir kadro partisi olarak kurulan ve bu özelliğini muhafaza ettiği ilk döneminde özellikle hassas dengeler üzerinde bulunan ekonomi ve dış politika problemlerini başarıyla idare edebilen AK Parti, son dönemde giderek bu özelliğini kaybetti.

Yönetimin kişiselleştirilmesi, merkezileştirilmesi, dar bir çevrenin kontrolüne girmesi neticesinde siyaset kalitesi büyük bir hızla düştü. Hem partide hem de hükümette görev alma kriteri ehliyet ve liyakat değil sadakat olarak belirlendi. Diğer yandan, 2010 referandumuyla birlikte yavaş yavaş siyasetteki karşıtlıkların toplumsal bir kutuplaşmaya evrilmesinin yolu açıldı. İlk önceleri parti tabanının konsolidasyonunu sağlamak uğruna başvurulan kutuplaştırıcı siyaset dili giderek bu siyasi hareketin toplumla ilişkisini zehirledi. Bu yeni dile toplumun bir kesimindeki tepkinin sonucu olan Gezi Parkı olayları hem toplumsal kutuplaşma hem de iktidarı kişiselleştirme/merkezileştirme siyasetini daha da ileri götürecek bir anlayışla değerlendirildi.

Ardından, Suriye iç savaşında izlenen politikayla demokratik dünyaya entegre olma hedefinin terkedilip “içe dönük” bir siyaset anlayışının benimsenmesi “fırsatı” ortaya çıktı. Sonra da bu yanlış siyaset hiç taviz verilmeden bugüne kadar sürdürüldü.

Kabul etmek gerekir ki bütün bu süreçlerde mahallenin içinden gelen eleştiri ve uyarılar fazla yüksek sesli değildi. Bunun bir sebebi kol kırılır yen içinde kalır zihniyetiyse bir diğer sebebi de iktidar partisinin doğru siyasete dönmesi ümidinin uzun zaman boyunca korunmasıdır. Ancak kutuplaşma siyaseti ve lider kültü üretimine dayalı yeni bir ideoloji inşa girişimi toplumsal realitenin ve rasyonalitenin duvarlarına çarpmadan önce mahallede alarm sinyalleri verilmeye başlanmıştı.

Gerçi iktidar partisi kendini toparlamak için önüne çıkan fırsatları kullanmaya yanaşmadı, dostça uyarılara kulak asmadı. Ama artık hastadan ümidin kesilmesini gerektiren aşamaya kadar -bir bölümü mahalle içinde kapalı devre yayın şeklinde bile olsa- eleştiri ve uyarı girişimleri devam etti.

İşte bu rahatsızlık veren “vızıltı”lara karşı, orijinal oyun metninde yer almayan “havan dövücünün hınk deyicisi” rolünde sahneye çıktıklarını gördüğümüz bir grup misafir oyuncu “susturucu” olarak görev yaptı. Bunlar bir sonraki perdede “dağdan gelip bağdakileri kovan” karakterini de hakkını vererek canlandırdılar.

Kendi kurdukları, yönettikleri, emek verdikleri partiyi fabrika ayarlarına döndürme ümitlerini kaybederek yeni arayışlara yönelen eski “ev sahipleri”, bütün bu süreçlerde hataları olsa bile, “menfaatleri kesilince gittiler” suçlamasını da hak etmiyorlar herhalde.

YORUMLAR (50)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
50 Yorum