‘4321’den sonra Paul Auster’e Nobel yakışır

Paul Auster’in yeni romanı “4321”i okuyorum, tam 1127 sayfa, evden işe, işten eve taşırken bile epey zahmetli bir iş. İnsan romanı ilk eline aldığında biraz gözü korkuyor ama eser Auster’in olunca sayfaların ve sayıların ne önemi var ki...

***

Paul Auster benim için hep önemli bir romancı oldu, her romanını coşkuyla ama dikkatle okudum.

“4321”in Auster’in kendi sanatsal çizgisi açısından bir zirveyi ve mükemmeliyeti temsil ettiğini söylemek sanırım hiç abartılı olmayacaktır. Bir oluşum romanı olarak tanımlanan “4321”’in baş kahramanı Archie Ferguson’un 1947’deki doğumundan 1974’teki ABD başkanlık seçimine kadar uzanan süreçte yaşanan en ince ayrıntılar bile adeta bir şiir tadındadır.

Zengin detayların, düş kırıklıklarının yaşandığı olayların arka planında bütün bir Amerika tarihi anlatılmaktadır.

Auster’in ilk okuduğum romanı ‘Yanılsamalar Kitabı’...

Romanlarına daha geniş bir sanatsal çerçeveden bakıldığında kimlik, kişilik arayışı Auster’in hemen hemen tüm eserlerinde öne çıkmaktadır. Yine yazarın en farklı romanlarından “Yazı Odasında Yolculuklar”da belleğini yitiren ve kim olduğunu hatırlayamayan Bay Boş, Ay Sarayı’nda yemek yemeyerek, çalışmayarak, hareket etmeyerek ne ile karşılaşacağının, yazgısının ne olacağının peşine düşen Stanley Fogg ve hatta yeni romanının kahramanı Archie Ferguson bu arayışın farklı öykülerde dillendirilişine aracı olan farklı karakterlerdir.

Bu arada Kemik Bey’in yolculuklarıyla zihnime kazınan Timbuktu, “Leviathan”, “Kehanet Gecesi”, “Köşeye Kıstırmak”, “Son Şeyler Ülkesinde” ve “Yükseklik Korkusu” adlı eserlerinin dünya romancılığı açısından önemli bir kazanım olduğu kanaatindeyim.

Her zaman ifade ettiğim bir durumun altını bir kez daha çizmem gerekirse, Paul Auster benim için günümüz dünya romancılarının ilk sıralarında yer almaktadır. Bu çerçevede, her yıl Nobel verilmesini beklediğim ama her seferinde hayal kırıklığına uğradığım Murakami de benim için ilk sıralardadır. Bu seçimin tamamen kişisel bir tercih olduğunu da belirtmeliyim.

Epey bir süredir aklımda dolaşan ama bir türlü dillendiremediğim bir kanaatim var; eserlerindeki sanatsal derinlik, kahramanlarının hayatlarının en ince detaylarından yansıyan şiirsel zenginlik dikkate alındığında, popülist heveslere prim vermeyen bu Paul Auster’e Nobel yakışır...

Bu arada Paul Auster’le ilgili Gezi günlerinden kalma tatsız bir hatıramı da not etmeliyim. Malum o günlerde Auster Türkiye ile ilgili keskin ifadeler kullanmış, benim açımdan şairliğimle çok da örtüşmeyen bir yazı yazmıştım. Ama şu muhakkak ki, o gerilim günlerinde bile Auster benim için hep büyük romancıydı.

Auster iyi bir romancı olduğu kadar, ifade özgürlüğü konusunda da son derece duyarlı bir yazar. Kendisiyle yapılan bir röportajda Amerika’nın Trump’tan daha ciddi bir krizi olduğuna dikkat çeken Auster, “ABD’de basın, tarihinde görmediği bir baskı ve saldırıyla karşı karşıya. Şimdi ABD’de de ifade özgürlüğü tehlike altında. Bu sadece ABD değil tüm dünya adına çok ciddi bir tehlikenin sinyali” diyor.

***

Popülist liderlerin dünya ölçeğinde ciddi bir tehlikeye işaret ettiğini söyleyen Auster’in şu cümleleri sanırım hepimiz için bir uyarı niteliği taşıyor: “Kızgın ve küskün orta sınıf, ülkelerin seyrini, tarihini değiştirecek kritik kararlarda etkin rol oynadı, oynamaya da devam ediyor. Şansını, gayet sert ve provokatif bir tonda ‘Ben sizi kurtaracağım, her şeyi onaracağım’ diyen bir lider adayında görüyor; Trump ve benzeri liderler böyle yükseliyor. Her şeye ve tüm bu sebeplere rağmen 60 milyon insanın böyle bir adama oy vermesi saçmalık. Trump gibi bir alternatifin varlığını anlayabiliyorum ama onun başkan koltuğunda olmasını aklım, mantığım almıyor.”

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum