Din merkezli siyaset Müslümanları gerçekliğin dışına itti

Genelde Müslümanların siyaset algısı din ve metafizik eğilimlere odaklı olduğu için, İslam toplumlarındaki siyasi faaliyetler dünya gerçekliğinden kopuk bir zeminde gerçekleşmiştir ve doğal olarak tarih dışında kalmışlardır. İşte bu metafiziği kutsama anlayışı, aynı zamanda dünyasal işleri önemsizleştirmeyi, dünyadan kopmayı beraberinde getirmiş ve bunun sonucunda da rasyonel akla dayalı siyasal bilincin gelişimi mümkün olmamıştır.

Oysa İslam, dünyadan el etek çekmeyi değil, başkalarının haklarına tecavüz etmemek kaydıyla dünya nimetlerinden yararlanmayı ve “hayırda yarışmayı” önermektedir. Dünya ile sürdürülen ilişkideki adaletli davranma vasfı, aynı zamanda ahlaki tekamülün de önünü açan bir özelliğe sahiptir. Ama ne yazık ki İslam bir ruhanileşmeyi önermediği halde, Müslüman dünya rasyonel düşünme biçimini dışladığı için kendisini metafizik bir dünyaya hapsetmiştir.

***

Müslüman dünyadaki bu ruhanişleşme eğilimi, hayatı bir bütün olarak telakki eden İslam’ın evrensel bakışıyla örtüşen bir durum değildir. İşte bu bakış açısı, dinle siyasetin birbirinin alternatifi gibi algılanması sonucunu doğurmuş ve siyasetin kontrolünü dinin emrine vermiştir.

Oysa açıktır ki, siyasal alanı din tayin etmez. İstişari temele dayalı olmak kaydıyla iktidarın oluşumu da, denetimi de halka ve halkın seçtiği temsilcilere aittir. Maalesef Müslüman dünyada din, tarihsel süreç içinde hayatın dışına sürgün edildiği için, her çağın kendi şartlarına ve ihtiyaçlarına göre ortaya çıkan problemler İslam’ın sunduğu genel perspektif içinde akılla ve de tam bir içtihadi özgürlükle yorumlanıp değerlendirilememiştir.

Bu yüzden de İslam toplumlarında siyasetin ve iktidarın sınırları, klasik İslam kültüründen devralınan ve hiçbir yoruma tabi tutulmayan değer hükümleri tarafından belirlenmiştir. Kabul etmek gerekir ki tarihin belli dönemlerindeki uygulamaların “İslami model” tanımıyla aynen bugünlere taşınmasını modern zamanlarına aklıyla izah etmek mümkün değildir.

İşte tam da bu yüzden günümüz İslam toplumlarında çağdaş anlamda bir siyasal bilinç oluşamamış ve iktidarlar sürekli bir ‘kutsallık’ alanı içinde tarif edilmiştir. Çok doğaldır ki, devletin böylesine kutsallık alanı içine hapsedildiği bir ortamda muhalif her türlü düşünce ve davranış, aynı zamanda dine muhalefet olarak telakki edilecektir. Yani kutsal otoritenin sınırları dışına çıktıysan ya müminsindir, ya da kafir... Dolayısıyla bu mekanik şablonların dışında kalan farklılıklar, kültürel ve sosyolojik çeşitlilikler doğal olarak fitnenin de kaynağı olarak görülmektedir.

Maalesef klasik İslam kültüründen devralınan bu zihniyet yapısı her türlü farklılığı ve çeşitliği “günahkarlık alanı” içinde mütalaa ettiği için, İslam toplumlarının oluşturduğu devlet yapılarında baskı kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır. Aslında bugünkü İslam toplumlarının, çağımızın reel dünyasının sorunlarına çözüm üreten modern yönetim modelleri oluşturamamasının temelinde geçmiş dönem pratiklerinin “din boyası” ile boyanarak bugün İslami bir modelmiş gibi sunulması bulunmaktadır.

***

Eleştiriye tahammülsüzlüğün köklerinin çok eskilere dayandığına dikkat çeken Prof. Dr. Ahmet Akbulut şöyle bir tespitte bulunuyor: “Gerçek odur ki, bütün İslam fırkalarında siyasi kanaatler, din boyası ile boyanmıştır. Tenkitten kurtulmanın en kestirme yolu da budur. Çünkü inançları eleştirmek kolay değildir. Bir düşünce, yanlış da olsa inanç haline gelmediği sürece tehlike teşkil etmez. İslam’ın sonraki nesillere aktarılmasında bir halka olan sahabeyi, İslam’ın bir parçası olarak görmek, İslami nizamı çıkmaza sürüklemiştir. Bu çıkmazın sorumlularını, İslam’ın ilk müntesiplerini tamamen tenkit dışı bırakan zihniyette aramak icap eder.” (Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, s. 246)

Tarihsel tecrübeler göstermiştir ki, ne zaman Kur’ani mesajın anlaşılmasında akıl devre dışı kalmışsa hayatla din arasındaki mesafe açılmış ve yeni zamanlarda dinle insanların buluşması zorlaşmıştır. Bu konuda İmam-ı Maturidi’nin yaklaşımı son derece ufuk açıcıdır. Maturidi Kur’an’ın anlaşılabilmesi için, iki esas kabul eder: Nakil ve akıl.. Ona göre Kur’an’ın tümü açık ve seçik olarak nazil olsaydı, akla ve tefekküre ihtiyaç kalmazdı. İşte bu yüzden Maturidi, Kur’an’ı doğru anlayabilmek için aklı kullanmak gerektiğine işaret eder.

İslam siyaset düşüncesinin tarih içindeki tecrübelerine bakarak söylemek gerekirse, metafizik alanın dışına çıkmasına izin verilmeyen bir siyasal iktidar yapılanmasında, hukukun üstünlüğüne ve de kuvvetler ayrılığına dayalı bir sistemin inşa edilmesinin imkan ve ihtimali yoktur.

YORUMLAR (97)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
97 Yorum