Keşke milli olmaya Türkçe’nin o derin ırmağından bakabilsek

Son yıllarda “yerli” ve “milli” olmak çok önemli bir kıstas haline geldi. Bu topraklarda yaşayan insanların yerli ve milli olmasından daha doğal bir şey olamaz elbette. Çünkü yerlilik ve millilik meselesi, vatan bellediğimiz, havasını soluduğumuz, suyunu içtiğimiz bu toprakların aynı zamanda kültürel ve sanatsal değerlerini, tarihsel birikimini içselleştirmenin tecessüm etmiş halidir.

Ancak yaşadığımız günlerde dillerden düşmeyen “Yerli ve milli” olma meselesi maalesef sıradanlaşmış bir slogan haline dönüşmüş durumdadır.

Hakikat şudur ki bizi biz yapan medeniyetin kaynaklarına vakıf olmadan, geçmişte şiirde, musikide, mimaride yarattığımız büyük eserleri yeni edebiyat-sanat ve bilimsel eserlerle taçlandıramazsak yerli ve milli olmayı nasıl anlamlandırabiliriz ki... Dahası, sadece hayatın kabuğu üstünde dolaşan meselelerle meşgul olarak ve de saman alevi gibi yanıp sönen “şanlı tarih” sloganlarıyla teselli bularak hayat karşısında nasıl tutunabiliriz ki...

***

Yerli ve milli olmak aynı zamanda yaşadığımız dünyanın sanatsal ve kültürel değerlerinin de farkında olmaktır. Çünkü kendi kültürel iklimi dışındaki dünyaya gözlerini kapayan bir kültür ‘yerel’ olmaya mahkumdur.

Yerli olmak için Yunus’u, Mevlana’yı, Şeyh Galip’i, Fuzuli’yi, Nedim’i, Baki’yi Dede Efendi’yi, Yahya Kemal’i, Mehmet Akif’i, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Necip Fazıl’ı, Nazım Hikmet’i, Sezai Karakoç’u, Peyami Safa’yı, Refik Halit Karay’ı, Ahmet Haşim’i, Yakup Kadri’yi, Sait Faik’i, Ömer Seyfettin’i, Halide Edip’i, Oğuz Atay’ı, Orhan Pamuk’u Orhan Veli’yi, Attila İlhan’ı, Edip Cansever’i, Cemal Süreya’yı, Ülkü Tamer’i, İlhan Berk’i, Gülten Akın’ı, Can Yücel’i, İsmet özel’i, Cahit Zarifoğlu’nu, Ataol Behramoğlu’nu ve daha pek çok sanat ve düşünce insanını bilmek şarttır.

Ancak yerli olmayı derinleştiren, anlamlı hale getiren ve de evrensel alana taşıyan bir başka kültürel boyut daha var, o da başka iklimlerin, başka coğrafyaların kültürel değerleri...

Mesela İlyada ve Odysseia’nın yaratıcısı Homeros, Donkişot’un yazarı Cervantes, Rönesans’ın fikir babalarından Dante’den başlayarak, Montaigne, Racine, Moliere, La Fontaine, Victor Hugo, Balzac, Baudelaire, Goethe, Schiller, Friedrich Nietzsche,

Shakespeare, Milton, Puşkin, Turgenyev, Dostoyevski, Tolstoy, Mark Twain, Edgar Allan Poe, Ernest Hemingway, John Steinbeck, Knut Hamsun gibi dünyanın önde gelen yazarlarından, şairlerinden haberdar olmak yerli ve milli olmayı eminim daha da zenginleştirecektir.

***

İnanıyorum ki “Beş Şehir” kitabında Süleymaniye’yi 20. asrın zaviyesinden görmeyi tercih eden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu cümleleri herkes için zihin açıcı olacaktır:

“… Hatta Kanunî’nin, Sokullu’nun İstanbul’unda bile on dakikadan fazla yaşayamam. Böyle bir şey için ne kadar kazanca göz yummak, benliğimden ne mühim parçaları kesip atmak lâzım. Süleymaniye’yi yeni yapılmış bir cami olarak görmek, bizim tanıdığımız ve sevdiğimiz Süleymaniye’yi tıpkı geceleyin Boğaz koylarında uzanan ışıkların suda o altın saraylar gibi, zaman içinde bize kadar uzanan bütün bir saltanattan mahrum bırakmaktır. Biz onun güzelliğini dört asrın tecrübesiyle ve iki ayrı kıymetler dünyası arasında her gün biraz daha keskinleşen benliğimizle başka türlü zenginleşmiş olarak tadıyoruz. Yahya Kemal’siz, Mallarme’siz, Debussy ve Prouste’suz bir Süleymaniye veya Kanunî Mersiyesi, hatta onlara o kadar yakın bir Neşatî ve Nedim’in, Hâfız Post ile Dede’nin arasından geçerek kendilerine varamayacağımız bir Sinan ve Bâki tahmin edebileceğimizden çok daha çıplaktır.”

YORUMLAR (15)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
15 Yorum