Şark toplumlarının hep bir Asrı saadeti dönemi olur

Rasyonel aklın pek makbul sayılmadığı Şark toplumlarının önemli bir bölümünün geçmişe dönük büyük özlemleri ve hayallerinde yaşattıkları ‘Asrı saadet’ dönemleri vardır. Mesela her Müslüman için Hz. Peygamber ve dört halifenin yaşadığı ve İslam’ın en güzel örneklerinin verildiği ilk dönem bir ‘Asrı saadet’ dönemidir. Yüzyıllar boyunca süren bu özlem, bugün de aynı şekilde devam etmektedir.

Tarihsel süreç içinde bütün İslam toplumlarında sadece Hz. Peygamber dönemi değil, ömrünü tamamlayan her medeniyet dönemi bir sonrakiler tarafından hasretle yadedilmiş ve adeta o günlerin tekrar yaşanması özlemi gönüllerde hep devam etmiştir.

***

Bu örnekleri çoğaltabiliriz, mesela 18 ve 19’uncu yüzyıllardaki Osmanlı toplumunda, Osmanlı medeniyetinin zirvesi olan Kanuni döneminin özlemi vardır ve onlar için 16’ncı yüzyıl bir ‘Asrı saadet’ dönemidir. Aynı şekilde bugünün Türkiye’sinde yaşayan insanlar için de Osmanlı bir saadet asrıdır. Hemen hepimiz Osmanlının büyük bir medeniyet olduğunu söyler ve o günlerin tekrar geri gelmesini özlemle dile getiririz. Kuşkusuz bu özlem sadece Osmanlı’ya has da değildir, mesela bugüne yönelik eleştirilerde bulunan insanlar Cumhuriyet’in kuruluş yıllarıyla ilgili olarak “Keşke Mustafa Kemal bugün yaşasaydı Türkiye başka bir Türkiye olurdu” diyerek o dönemin özlemini dile getirmektedirler.

Kuşkusuz bunları söylerken, geçmişte yaşanan güzellikleri hayırla yadetmeyelim gibi bir anlayış içinde olamayız. Elbette tarihimizin her döneminde yaratılan kültürel, sanatsal, bilimsel eserler bizim değerlerimizdir ve varoluşumuz o değerlerle anlam kazanmaktadır. Daha da önemlisi, Hz. Peygamber dönemi bütün Müslümanlar için evrensel ölçekte bir önem arzetmektedir. Ama şunu da kabul edelim ki, biz artık peygamber döneminde yaşamıyoruz. Dahası Endülüs İslam medeniyetinde değiliz, Osmanlı’da, hatta Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında da yaşamıyoruz. Biz artık 21’inci yüzyılda yaşıyoruz. Dolayısıyla geleceğe ilişkin hayallerimiz, tasavvurlarımız olmak zorundadır. Ama şu da bir gerçek ki Şark toplumlarının zihni hep geçmişte takılı kalmıştır. Oysa bugün hiçbir Batı toplumunda Ortaçağ dönemini tekrar yaşamak gibi bir özlem söz konusu değildir. Elbette onlar da geçmişteki medeniyetlerinin yarattığı kültürel birikimlere, tarihi değerlere sahip çıkarlar ve saygıyla yadederler, ama o günlere dönmek gibi bir iştiyak içinde değildirler.

Esas mesele şu; biz 17’nci yüzyıldan itibaren hukukta, bilimde dünyaya olan üstünlüğümüzü kaybetmeye başlarken, Avrupa 18’inci yüzyılda sanayi devrimini başlatarak aradaki mesafeyi hızla açmıştır. Ama biz yeni bilimsel ve teknolojik gelişmeleri izlemek yerine, geçmişin özlemi içinde olmaya devam etmişizdir. Aradaki mesafeyi farkettiğimizde ise, iş işten geçmiş oldu. Galiba Batı ile Doğu arasındaki farkı gösteren en önemli nokta düşünce disiplini olsa gerek. Batı’daki bütün gelişmelerin temelinde sistematik düşünce yer alırken, ne yazık ki şarkta sistematik düşünce gelişememiştir. Hilmi Ziya Ülken’in ifadesiyle Batı’da “Düşünce usulü, usul ilmi ve ilim tekniği doğurmuştur.”

Maalesef Şark toplumlarında manaya ve ruha verilen önem ölçüsünde eşyada derinleşme sağlanamamış, bu yüzden de bilimsel alandaki inkişafın önü açılamamıştır. Değerli düşünürümüz Ord. Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken “Doğu-Batı” makalesinde Doğu ile Batı’nın mukayesesini yaparken şöyle bir tespitte bulunuyor: “Garp’ı Şark’tan ayıran elbette ve her şeyden evvel sistemli ve inzibatlı tefekkürdür. Fakat bu sistem ve inzibat dıştan ve cebredilmiş (zorla dayatılmış) bir kuvvet olmayıp insanın kendi kendine yüklediği, kendi dağınık hayal ve mefhumlar alemini mecbur ve mükellef kıldığı enfüsi (öznel) inzibat ve ideal bir sistemdir. Garp’ta inzibat olduğu için hürriyet vardır Garp’ta şahsiyet olduğu için cemiyet vardır. Garp’ta insan, deruni hayatını müstakil ve hür bir mevcudiyet gibi telakki ettiği içindir ki kendi kendini içtimai mükellefiyet ve nizama tabi kılmak ve fikirlerini bir nizam ve kadro içine sokmak kudretini ve maharetini kazanmıştır.”

***

Yüzyıllarca büyük medeniyetler kuran, bilim insanları ve filozoflar yetiştiren Şark’ın, sistemli tefekkürü doğuramamış olması gerçekten bir talihsizliktir. Oysa İbn Rüşt, Batı’yı aydınlatan bir İslam filozofudur. Ve Renan’ın ifadesiyle İbn Rüşt “Aristo’yu yenileyen ve felsefi Helenizm’in saf ışıklarıyla Avrupa’yı aydınlatan ilk ve tek Müslüman” düşünürdür. Şark’ın ve hususen de Müslüman dünyanın geçmişe olan özlemini rasyonel bir çizgiye çekerek sistemli bir tefekkürü inşa etmesi artık zaruret haline gelmiştir.

YORUMLAR (55)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
55 Yorum