BM Reformu

Türkiye bir süredir Birleşmiş Milletler’in reform ihtiyacını bazen sloganlarla, bazen de daha kapsamlı çağrılarla dillendiriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde New York’a giderken de ve New York’ta da bu konuyu gündeme getirdi, dünyadaki sorunlara atfen çözümlerin BM bünyesinde bulunması gerektiğini vurguladı.

Gerçekten de her örgüt gibi BM’nin de reforma ihtiyacı var. II. Dünya savaşı sırası ve sonrası güç dengeleri hesaba katılarak kurgulanmış olan örgütün günümüz gerçeklerine, ihtiyaçlarına daha uyumlu hale getirilmesi şart. Şimdiye kadar yapılan reformlar ne yazık ki yetmedi. BM’nin temel kurucu metni bile aslında değişmek zorunda.

BM Şartı’nın 13. Bölümündeki Vesayet Konseyi mekanizması Palau’nun 1994’de bağımsızlığını kazandığından bu yana işsiz. II. Dünya Savaşı’nın işbirliği anlayışının savaş sonrasında da süreceğini varsayarak kurulması 47. Maddede öngörülen BM genelkurmayı da hiçbir zaman hayata geçmemiş olmasına rağmen hala bir hüküm olarak duruyor. Benzeri Japonya ve Almanya’yı düşman devlet olarak gören 53 ve 77’inci maddeler için de geçerli.

Hepsinden önemlisi de BM’in asıl karar organı olan Güvenlik Konseyi bundan 70 küsur yıl önceki anlayışı yansıtıyor. II. Dünya Savaşı’ndan galip çıkan beş büyük devletin karar verme süreçleri üstündeki mutlak hegemonyasını koruyor. ABD, Birleşik Krallık, Çin Halk Cumhuriyeti, Fransa ve/veya Rusya Federasyonu herhangi bir konuda alınacak kararları bloke edebiliyor. Üstelik de bu devletlerin elinde çifte veto yetkisi var.

***

Bir zamanlar Güvenlik Konseyi’ndeki kilitlenmeyi açmak için Genel Kurul da kendine rol biçmiş ama sonuç pek de fazla değişmemişti. Beş daimi üye hala diğer 10 üyeden farklı bir konuma sahip. Onlar ancak hep birlikte evet derse BM sistemi uluslararası barış ve güvenliğin tehdit altında olduğuna karar verip harekete geçebiliyor.

Bu da pek çok konuda karar alınmasını zorlaştırıyor. Myanmar’da, Suriye’de olduğu gibi ağır insan hakları ihlalleri halinde beş daimi üyeden biri ya da diğerinin çıkarı ihlali gerçekleştiren ülkeyle örtüşürse uluslararası müdahale yapılamıyor. Dolayısıyla sistemin bir şekilde revize edilmesi gerekiyor.

Sorun da zaten burada başlıyor. Her şeyden önce BM sisteminin revizyonu zor. BM Şartı öyle yapılmış ki (Mad. 108-109) değişim için de onayın yine Güvenlik Konseyi’nden, yani güçleri bir şekilde sınırlanacak olan daimi üyelerden gelmesi gerekiyor. Buna rağmen yıllar içinde iki başlık ya da kategori altında toplayabileceğimiz pek çok değişiklik teklifi yapıldı.

İlk kategoridekiler sistemin demokratikleşmesini öngördü. Kimileri Güvenlik Konseyi tamamen kalksın dedi, kimileri parlamentolara rol biçti. Genel Sekreter’in dünya halkları tarafından seçilmesini öneren teklifler dahi oldu. Sivil toplum katılımının güçlendirilmesi, fakir ülkelerin BM mekanizmaları içinde daha fazla söz sahibi olması gibi çabalar da bu tür reform talepleri arasında sayılabilir.

İkinci kategoridekiler ise sisteme pek dokunmadan Güvenlik Konseyi’nin üyeliğiyle oynamayı hedef seçenlerden oluşuyor. Bu yönde de belli başlı iki öneri var, daha doğrusu oldu. İlk önerinin sahibi G4 Ülkeleri diye bilinen Almanya, Brezilya, Hindistan ve Japonya’ya ait. Bu ülkeler kendilerinin daimi üye olması için çalıştılar ve sanırım hala çalışıyorlar.

***

İkinci öneriyse 10 olan geçici üye sayısının arttırılması gerektiğini savunan İtalya’nın başını çektiği, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ve sayıları 2011 itibarıyla 120’ye ulaştığı tahmin edilen Konsensüs için Birleşme ya da “Kahve Kulübü” olarak bilinen gruba ait. Türkiye benim görebildiği kadarıyla hala bu grubun önerisine sıcak bakıyor.

Ki bu gerçekleşmesi pek de zor olmayan bir değişiklik. Nihayetinde daimi üyelerin “haklarından” feragat gerektirmiyor. Daha çok ülkeye Güvenlik Konseyi’nde söz hakkı tanınmasını içeriyor. Eğer Türkiye gerekli işbirliklerini gerçekleştirse, biraz da yapacağı reformlarla ve demokratik atılımlarla yumuşak gücünü pekiştirirse, bu alanda etkili olabilir.

Ancak BM’nin yönetişim sisteminde yapılacak hiçbir değişikliğin dünyayı daha adaletli bir yer haline getirmeyeceğini, devletlerin temel davranış kalıplarını değiştirmeyeceğini şimdiden kabul etmemizde yarar var. Çünkü BM güçsüzü güçlüden korumak, saldırganı Şartı’nda öngördüğü gibi cezalandırmak, ilkelerini her şeye rağmen korumak amacıyla kurulmadı.

BM’nin kuruluş amacı büyük devletler küçük sorunlar yüzünden birbiriyle bir daha savaşmamasının sağlanması, Güvenlik Konseyi’nin sürekli temas halinde olacakları ve sorunları çıkarlarına fazla zarar vermeden yönetebilecekleri bir platform olarak varlığını sürdürmesiydi.

BM bu anlamda başarılı oldu, diğer mekanizmaların yanı sıra büyük devletler arasında bir başka büyük savaşın çıkmamasına katkıda bulundu. Ayrıca dünyanın güvenlik dışındaki pek çok sorununun yönetişimi için de imkanlar yarattı. Barış gücü operasyonlarını, Dünya Sağlık Örgütü’nü, ILO’yu, ICAO’yu, IMO’yu, UNICEF’i, UNESCO’yu unutmayalım…

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum