İstanbul’da seçim, Lefkoşa’da açıklama…

İstanbul, Büyük Şehir Belediye Başkanını belirlemek üzere bugün bir kez daha seçime gidiyor. Umarız bu kez ne kendisi ne de sonucu tartışmalı bir seçim yaşanır ve Türkiye bundan sonra çözüm bekleyen sorunlarına yoğunlaşır, makul çözümler üretir. Normalleşmeye, demokratikleşmeye, yeniden insan haklarına saygılı bir ülke olmaya, öyle bilinmeye, istikrar adası olarak anılmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

Türkiye’nin güçlü, sözü dinlenir bir ülke olması gerek ki çıkarlarımızı güç kullanma tehdidinde bulunmak zorunda kalmadan koruyabilelim. Uluslararası hukuktan ve antlaşmalardan doğan haklarımızı savunmak için sesimizi yükseltmemiz, uçaklarımızı uçurmamız, askeri yeteneklerimizi sergilememiz gerekmesin. Müttefiklerimiz bize ambargo koymaya, yaptırımlar uygulamaya kalkmasın. Elimizdeki kozları daha da etkin bir şekilde kullanabilelim.

Doğal olarak seçim, daha doğrusu seçim süreci bitince bütün sorunlarımız çözülmeyecek, biz ne kadar “iyi” olursak olalım başkaları kendi çözümlerini, çıkarlarını ve beklentilerini dayatmaya yine çalışacak. Tarihin sonu da gelmeyecek, sorunların sonu da. Siyaset, diplomasi, savaş ve müdahale bundan sonra da sürecek.

Ama bizim demokrasimizden, hukukun üstünlüğüne saygımızdan, ekonomimizin direncinden kaynaklanan yumuşak gücümüzle, yani ikna kabiliyetimizle sorunları kendi lehimize çözmemiz ya da yönetmemiz daha kolay olacak. Pazartesi sabahı seçim sürecinin sona erdiği, en azından siyasi tansiyonun düştüğü bir Türkiye’ye uyanmak temennisiyle asıl konuma geçiyorum.

***

Bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta KKTC Başbakanı Ersin Tatar ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay 1974’den bu yana kapalı olan Maraş bölgesinin yeniden kullanıma açılabilmesi için envanter çalışması yapacaklarını açıkladı. Özersay verdiği beyanatlarda bu çalışmanın uluslararası bir ekip tarafından gerçekleştireceğini, hukuka saygılı olacağını söyledi ama detaya girmedi.

Türkiye’de ve hatta dünyada basın bu açıklamayı Maraş açılıyor manşetleriyle okuyucularına aktarsa da aslında açılan şimdilik sadece Kıbrıs sorununun statükosuna vurulan kilitti. Belli ki KKTC’nin ve tabii ki Türkiye’nin öncelikli hedefi Rum tarafını rahatsız ederek, konfor alanını sarsarak düşünmeye teşvik etmek, günün birinde nasılsa geri alacağız dedikleri Maraş bölgesinde KKTC egemenliğinin tesis edilebileceğini göstermek.

İkinci hedef de muhtemelen bu bölgede malı, mülkü olan Rum tarafı vatandaşlarını daha da fazla Türk tarafıyla yakınlaşmaya, onun kurduğu ve kuracağı hukuki mekanizmaları kullanmaya teşvik etmek. Gerçekten de Taşınmaz Mal Komisyonu’nun, KKTC yargısının hukuki merciler olarak kullanılması iki devletli çözümün kaçınılmaz olduğu bir anda KKTC’nin egemenliğinin tanınmasına önemli katkıda bulunmaya aday.

***

Alınan kararın arkasında başka nedenler de olabilir. Ancak böylesi bir kararın KKTC ve Türkiye açısından riskli olduğunu da belirtmek gerek. Her şeyden önce statüko değişimi genel kural olarak risklidir. Çünkü bütün gelişmeleri öngörmek, tüm parametreleri hesaba katmak kolay değildir. İkinci olarak da BM Güvenlik Konseyi’nin Maraş’a ilişkin bağlayıcı mahiyetteki kararları vardır.

1984 tarihli 550 sayılı Güvenlik Konseyi kararı Maraş’ın yönetiminin BM’ye bırakılmasını talep etmiş, 1992’de alınan 789 sayılı karar ise Barış Gücü bölgeye girsin demiştir. Bu kararlar her ne kadar başka pek çok karar gibi “uykuya yatırılmış” olsa da, Rum tarafının teşvikiyle uyandırılması, statüko sarsılıyor diye Türkiye üstünde baskı oluşturabilecek bir sürecin başlatılması olasılığı teorik de olsa mevcuttur.

Bunlar dışında AİHM’nin Kıbrıs sorununa daha fazla müdahil olabileceği, Taşınmaz Mal Komisyonu’nun, dolayısıyla da Türkiye’nin üstündeki mali yükü arttırabileceği de dikkate alınması gereken diğer noktalardır. Unutmayalım ki 1974 öncesinde 30 binden fazla insanın, 100’ün üstünde otelin ve pek çok işyerinin olduğu yoğun yerleşimli bir bölgeden söz ediyoruz.

Maraş sorununun Annan Planı gibi kapsamlı bir formülün parçası olarak çözülmesiyle, kendi başına çözülmesi farklıdır. Türkiye ve sanıyorum KKTC için de önemli olan kullanım kaybından doğabilecek mali yükün kapsamlı bir çözüm içinde eritilmesi, 1950 AİHS’nin mülkiyet hakkına ilişkin protokolünün ilk maddesinin ihlali durumunun doğmaması ve Maraş kozunun yanlış bir hamleyle kaybedilmemesidir.

Şansımız bu konuları akademik çalışmaları ve diplomatik çabaları yüzünden çok iyi bilen Özersay’ın KKTC’de karar verme konumunda olmasıdır. Ayrıca Maraş’ın açılması da bugünden yarına gerçekleşebilecek bir şey değildir. Uzun bir envanter çalışmasının yapılması gerekecektir. Evkafa ait mülkler konusu bile sürecin kolay kolay sonuçlanamayacağına işaret etmektedir. Bu da yukarıda sözünü ettiğimiz risklerin doğurabileceği hukuki, siyasi ve mali sonuçlara karşı tedbir alınmasına fırsat sağlayacaktır…

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum