Afrin’e dönerken

Kimler dönüyor Afrin’e? Orada mukîm olup da şu veya bu sebeple oradan ayrılanlar. ÖSO ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri bu dönüşün esenlik yolunu açtılar. Kılı kırk yaran bir sivil hassasiyeti gözeterek. 2016’nın 13 Mart’ında Ankara Güvenpark’ta bomba yüklü araçla düzenlenen intihar saldırısında ölen 37 kişiyi hatırlatarak soruyorum: Ne yapacaktı Türkiye? İçeriden ve dışarıdan bu çokuluslu terör kuşatmasına seyirci mi kalacaktı? Afrin Zaferi’nin 18 Mart günü Çanakkale’ye incelikle eklemlenmesi başka bir askerî zerafettir. Her iki cephedeki aziz şehitlerimizi rahmetle anıyoruz.

Dünya Vicdan Günü’ndeki vicdansızlık

Dünya Vicdan Günü diye bir gün var biliyorsunuz 16 Mart’ta. O gün bile TSK’nın Afrin’de bir hastaneyi bombaladığı haberi yapıldı mı, yapıldı. Neyse ki Genelkurmay bu iddiayı kısa süre içinde görüntülü olarak paçavraya çevirdi. Peki o yalan haberin fotoğrafı neydi? O önceden Esad’ın bombaladığı bir hastanenin fotoğrafıydı.

Serçeler

İnsanın olmadığı yerde yaşayamaz serçeler. İnsan ne yapıyor ki serçeler için derseniz; diğer yaptıklarının yanında 20 Mart’ı Dünya Serçe Günü ilan ediyor. Serçelerin umrunda mı bu? Öyleyse okumayı biliyorlar demektir. Aman insan duymasın. Neler yaptırırlar serçelere, öyle ki serçeler belki de insanların olmadığı yere pırr yapıp insansız yaşamayı bile göze alabilirler. Okuma bilmiyormuş gibi davranan serçeler dünyası:)

Nevruz

Efendim Nevruz geldi.

Bugün gece ile gündüz eşit. Birbirinin aynı iki şeyin bulunmadığı doğada, iki eşit zaman parçası. Ölçemiyoruz ki, kabul ediyoruz sadece bu eşitliği. Yakın geçmişte Nevruz üzerinden yapılan tartışmaları, polemikleri, kitlesel gösterileri, gerginlikleri, alınan olağanüstü tedbirleri hatırlayınca bir tuhaf oluyor insan. İyi Nevruzlar.

Gençlik

Geçenlerde bir avukat dostum anlattı: 14 yaşındaki oğlunu markete tere almaya göndermiş. Lâkin genç adam maydanoz alıp gelmiş. Babası yaniden göndermiş ve sıkı sıkı tenbih etmiş: “Maydanoz değil tere alacaksın, tere!” Genç adam gitmiş ve bu defa da marul alıp gelmiş. Üstelik babasının bu konudaki kızgınlık ya da şaşkınlığını da zerre kadar önemsemeden ve bir anlam veremeden. Bunda ne var diyeceksiniz; bunda bir şey yok. Bir şey yok bunda.

Su

Efendim yarın da Dünya Su Günü. E ne yapalım diyebilirsiniz. Bir şey yapmayalım, kıymetini bilelim. Ya Dünya Susuzluk Günü olsaydı değil mi ama. Su için her gün kilometrelerce yol yürümek zorunda kalan, kirli sular dışında içecek sulara ulaşamayan yüzbinleri anarak…Şu çeşmeler aksın artık ya hû!

Bir Hasan Celâl Güzel geçti Türkiye’den

Vefat haberini dün aldım. Kendisiyle karşılaştığımız anlar geçti gözümün önünden. ANAP’lı yıllardaki performansı, sürekli gülüyormuş izlenimi veren Antepli yüzü ile değişik bir enerjisi vardı. Merhum şöyle anlatmıştı bir yazısında kendisini, kısaltarak alıntılıyorum:

“Meğer ben ne enayiymişim!..

-Sayın Milletvekillerine ithaf olunur-

Efendim, artık 68 yaşında, su katılmamış bir avanak, hakikî bir budala ve gayrikabil-i ıslah bir ‘enayi’ olduğumu itiraf ediyorum.

Bana küçük yaşımdan itibaren ‘beytülmal’ın mukaddesliğini öğretmişlerdi. Hiç kimse ‘Devlet malı deniz, yemeyen domuz’ dememişti. Bütün ömrüm tâbir-i âmiyanesiyle ‘eşşek gibi’ çalışmakla geçti. Çalışma hayatımda tek gün dahi izin kullanmadım. Bir gece bile doyasıya uyuyamadım. Kimileri bana ‘uykusuz müsteşar’ adını takıp uçup kaçtığımı söylerdi ama ‘Ne akılsız adam yahu!’ şeklindeki fısıltılar, her gün yüzlerce telefon konuşmasıyla çınlayan kulaklarıma kadar gelirdi.
Üzerinde ‹T.C. Hükümeti› yazan kurşun kalemleri, silgileri ve kâğıtları, sadece resmî hizmetlerde, âdeta okşar gibi incitmemeye çalışarak kullanırdım. Çocuklarım devlet malına ellerini dahi süremezlerdi. Plakaları kırmızı ve siyah renkli resmî arabalara bir defa dahi binmediler. Yüzlerine bakmaya kıyamadığım Mustafam ve Elifim, bir saat daha az uyuyup belediye otobüsleri ve okul servisleriyle okula gittikleri esnada, bendeniz müsteşarlık ve bakanlık yapıyordum. Bırakınız eşime araba tahsis etmeyi, evde devletin personelini çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatımda lojmanda oturmadım. Koruma görevlisi de kullanmadım. Arabamın önünde ve arkasında fiyakalı eskortlar hiç bulunmadı. Meğer ben ne enayiymişim!...

***

Yaptığım enayiliklerin haddi hesabı yoktur... Meselâ, bendeniz milletvekiliyken -birkaç zarurî toplantı dışında- Meclis lokantasında yemek yemezdim. Zira, burada çalışanlar kamu personeliydi ve çok ucuz olan yemekler milletin kesesinden sübvanse ediliyordu. Sonra, çok beğendiğim halde, aynı gerekçelerle TBMM Sigarası da içmedim. Ceplerim şıkır şıkır metal jetonlarla dolu olarak dolaşır, özel görüşmelerimi kulisteki ankesörlü telefonlarla yapardım. O zaman ‘beleş’ cep telefonlarımız da yoktu. (…)

Şimdi 70›ine merdiven dayadım. Hâlâ kirada oturuyorum. Kendime ait tek mülküm kitaplarım... Yani, sizin anlayacağınız, gerçek anlamda ‹Dikili ağacım dahi yok›. Hizmet hayatım boyunca, muhatabımın bıyık altından gülerek dinlediği, ‹Bu fukara millete ben bu masrafı hiç yaptırır mıyım?› lâfım vardı. Sevgili okuyucularım, bu yazdıklarımı okuyup da sakın bütün bunlardan pişmanlık duyduğumu sanmayınız. Enayilik öylesine içime işlemiş ki geriye dönmek mümkün olabilse gene aynısını yapardım. Beni bütün ‘enayiliğime’ rağmen kimseye muhtaç etmeyen Yüce Allahıma hamd ediyorum.”

Güle güle Hasan Celâl. Allah’ın rahmeti ve mağfireti üzerine olsun.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum