Diplomasinin peynir gemileri

Tamam dostlarımızı çoğaltalım da bu iş nasıl olacak?

15 Temmuz gecesi demokrasisever batılı başkentler suskunluk sırasına girmedi mi?

Başını çevirmeler, ıslık çalmalar, darbenin başarılı olmasını bekleyip, olmayınca yutkunmalar... Bunları yaşamadık mı?

Yarım ağız kınamalar, destekler, Meclis’teki saldırı izlerine bakınca ‘auvvv’lar...

Şimdi şöyle bir gerçek de var:

Hemen bütün batılı ülkelerden bu ülkeye karşı suç işleyen teröristleri iade etmelerini istiyoruz. O teröristleri himaye etmeyin diyoruz, ikili anlaşmaları hatırlatıyoruz.

Daha geçen hafta Yunanistan gözümüzün içine baka baka “Hayır vermiyoruz” dedi.

Teröristleri vermemekle kalmayıp kendi ülke vatandaşlıkları için süreç başlatan ülkeler var.

Ortadoğu’daki açık terör gruplarına açık destek verenler bir başka hikâye.

Bölgedeki teröristlerin mühimmat menşe’lerine bakıldığında işin lamını da cimini deanında görüyorsunuz.

Şimdi bu durumda kimle nasıl dostlukları çoğaltıp, düşmanlıkları azaltacaksın. Lafla diplomatik gemiler ancak masada yüzüyor, sahada olanlar sahayı duman ediyor.

En son Merkel geldi mâlum.

Ana muhalefet lideri günler öncesinden “Aman gelme, gelirsen bu Erdoğan’a yarar” mealinde zavallıca mesajlar verdi.

Merkel geldi ve ondan da evvela teröristleri iade etmeleri istendi.

Sonbahardaki Almanya seçimlerindeki denklemlerde bizim bu isteğimiz nereye oturur, göçmenlerle ilgili anlaşmanın akîbeti durumları nasıl etkiler, bunu herhalde Avrupa’nın patronu olan Almanya da en az bizim kadar düşünüyordur.

Haydi dostları çoğaltalım. Süper.

Haydi düşmanları azaltalım. Oley.

Ama tek taraflı bir niyetle olacak şey mi bu?

Sorunumuz bizim dışımızdaki parametrelere daha çok bağlı galiba.

Kayseri’den gelen misafir

Beyazıt’taki Sinan Paşa Medresesi... Bir zamanlar İlesam’a ev sahipliği yapan hatırâlar mekânı... Sanatçıların, edebiyatçıların, politikacıların, mistiklerin, meczupların uğrak yeri...Özellikle de 7/24 vazife ifâ eden nöbetçi şairlerin... Ve dahî sevgili MİT mensuplarının. (Eh milletvekilleri, bakanlar çıkaran böyle bir mekân boş bırakılmazdı elbet.)

Turistler de uğrardı sık sık İlesam’a. Bir keresinde ünlü aktör Robert de Niro da yol düşürmüş idi. (Fırsat bu fırsat diyerek, adamın eline bir senaryo tutuşturmaya kalkışırken, bendenizin Sivas aksanlı İngilizcesini beğenmeyen şair Şaban Abak devreye girmişti. Aktörümüz, dadaş aksanından pek hoşlanmamış olmalı ki kalkıp gitmişti hemen.)

***

Yıl 1998... Güzel bir yaz ikindisi. İlesam müdâvimleri öbek öbek muhabbette. Bir ara, yaşlıca, takım elbiseli, kravatlı, siyah bond çantalı bir zat göründü kapıda. Mekandakileri dikkatli bir şekilde süzdü. Birini aradığı belli, ama kimi? Kapıya nâzır bir köşeye çekildi. Bakışlarıyla hem kapıyı hem içerdekileri süzmeye başladı.

Yabancının kimliği konusunda yorumlar başladı hâliyle. Bu fasıl biraz uzayınca strateji uzmanı Aydın Bey devreye girdi. Purosundan kesik kesik birkaç nefes çektikten sonra... Sol gözünü hafifçe kıstı... Düşündü, tarttı... Ve noktayı koydu: “Bu şahıs MİT’ten!”

Hazretin teşhisine itiraz etmek kimin haddine! O ki, Mahir Kaynak’la TV ekranlarında yıllarca kafa kafaya atışmış, Graham Fuller’i, hattâ ve hattâ “Yüzbaşı Cevat”ı mat ettiği rivâyet olunan bir şahsiyet!

Uzatmıyalım efendim, birkaç saat sonra yabancı yerinden kalktı. “Beyler” dedi, “ Kayseri’den geliyorum. Edebiyat öğretmeniyim.”

Bakışlar bir anda Aydın Bey’e çevrildi. Hazret, bu kez iki gözünü birden kıstı, purosunu tersten yakıverdi. Bu arada yabancı devam etti: “Çantam, hayranı olduğum ünlü hikayeci Mustafa Kutlu’nun eserleriyle dolu. İmzalatmak için geldim. Kendileri sık sık bu mekana uğrarmış.”

Bu sözler üzerine az ötedeki üstâd Kutlu’ya döndüm: “Mustafa ağabey, Kayseri’den misafiriniz var!”

Yabancı bu söz üzerine Kutlu’ya doğru şöyle bir baktı... Yüzünde bir şaşkınlık ifadesi belirdi. Üstâd ise her zamanki, mütevazı ve mütebessim hâliyle: “Buyrun efendim” dedi, “bendeniz Mustafa Kutlu.”

Yabancının yüzündeki ifade giderek öfkeye dönüştü... Şakakları oynamaya başladı. Sonra aynı ifadeyle bendenize baktı; ardından bakışlarını tekrar üstâda çevirdi. Çıkış kapısına doğru birkaç adım attı. Durdu, tekrar başını çevirdi. Öfkeyle seslendi:

“Beyler, beyler! Mustafa Kutlu’yla tanışabilmek ümidiyle ta Kayseri’den geldim. Ciddi bir insanım ben! Böyle lâubâliliklerden hoşlanmam!”

Tekrar üstâda bakıp birşey şeyler homurdandı. Koşar adım çıkıp gitti.

***

Mustafa ağabey, tensip buyurursanız, İlber Ortaylı ile ilgili hatırâmızı da neşretmek istiyorum. Hani şu ‘kırmızı tükenmez’le yazdığım ‘ithaf’ meselesini. Bilvesile sıhhât ve âfiyetler dilliyorum, efendim.

YUSUF ZİYA ADIDEĞMEZ

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.