Gündemler dündemler

Gazeteler için gündem dediğimiz ne varsa onların esasen ‘dündem’ olduğunu biliyoruz.

Dün olup bitenlerin haber ve yorumunu okuyoruz her gün.

Köpek kovalamaktan salavat getirmeye fırsat bulunamayan günlerden mi geçiyoruz?

Bütün haberler terör terör terör.

Arada bir kar geldi pir geldi.

Biraz nefes aldık çocukların da yardımıyla. Onlar koşup bağırıp güldü, biz de o dünyaya şöyle bir nazar ettik, sessizliğin içinden.

Ve bir cenaze için musalla taşının önünde bekleyenlerin üzerine çöken tente altından yeni cenaze çıkmasını işini iyi yapmayanın üzerine mi yıkacağız, denetlemeyenin mi, tedbir almayanın mı? Yoksa kader-i ilahî deyip susmayı mı seçeceğiz?

***

Bizim ebedî yanılgımız nedir efendim?

Çok kendimiz olmak mı, hiç kendimiz olmamak mı? Yahut mutedil limana demir atmayı becerememek mi?

Yoksa ne yapsak değişmez mi?

Her gün olup bitenin hangisini neye göre seçiyoruz haber ve yorum için?

Obama gitti gidiyor, Trump geldi gelecek. Ama ne değişecek; kanlı coğrafyalar, acılı ve çaresiz insanlar için.

Bir serçeye ekmek ufalayan yaşlı kadının umurunda mı referandum sırasında Meclis’te çıkan tartışmalar?

Doların durmadan yükselmesi etrafındaki polemikler de, Irak’la aramızdaki son siyasî gelişmeler de finallere hazırlanan bir genci ne kadar ilgilendiriyor, ölçemiyoruz.

Ve ölçemiyoruz karların erimeye başlamasıyla birlikte şehirdeki ayakkabı satışlarının nasıl bir değişim göstereceğini.

Ve ölçemiyoruz aslın geçen günlerin hızını yahut yavaşlığını.

Bize düşen sabah bir yaprak koparmak oluyor takvimden.

Neye yarıyor, ölçemiyoruz, neye yarıyor?

Günler, gündemler, dünler, dündemler...

Avunuyoruz işte.

Bazan akşam basılan bir gazeteyle, bazan beş yüz yıl önce yazılmış bir mısra ile.

Dün geçmiş, gün başlarken ‘dem’ arıyoruz demli bir çay bardağının etrafında.

İlhamın ayak sesleri

Üstat Sedat Ümran’dan defalarca dinlemiştim. “Devin Uyanışı” başlıklı ünlü şiirinin ilham perisi gece yarısı gelmiş. Öylesine heyecanlanmış ki, üzerinde pijamasıyla sokağa fırlamış... Birkaç yüz metre çılgın gibi koştuktan sonra mahalle bekçisi tarafından zar zor zaptolunmuş, derdest edilip karakola götürülmüş vb...

Şâirler böyle de bestekârlar farklı mı?

...

Yıl 1987. Beyazıt’ta Erenler Kahvehanesi’ndeyiz. Soğuk bir bahar ikindisi. Yağmur bardaktan boşanır gibi. Bir grup arkadaş dereden tepeden sohbet ediyoruz. Amatör bestekâr dostumuz kendi dünyasında. Nargilesinden kesik nefesler çekerken dalıp dalıp gidiyor. Arada bir parmaklarıyla marpuca dokunuyor: “Düm, tek, düm, tek, düm tek...” Besbelli ki ilhamın ayak seslerine kulak kabartmakta yine.

Bir ara ansızın yerinden kalktı. Yağmura aldırmadan az ötedeki camiye doğru koşmaya başladı. Aslında melâmimeşrep biri. Zâhiren namazla falan bir ilişkisi yok.

Sohbete devam ediyoruz. Aklıma Sedat Ümran’ın anlattıkları geldi bir-den. Bestekârımız ilhamın tesiriyle yanlış birşey yapmasın! Ne olur ne olmaz diye yerimden kalktım.

Camiye yaklaştığımda bestekâr dostumuz dışarı çıkıyordu: “İçeride yalnızca bir kişi var. Galiba mevlevî dervişi; poşetindeki külahından anladım. Külah biraz ıslanmış; kurusun diye kaloriferin üzerine koydu.” Ardından, hayıflanarak iç geçirdi: “Keşke ben de mevlevî dervişi olabilseydim.” Kahvehaneye doğru yürüdü.

Yağmurun dinmesi için beklemeye başladım. Biraz sonra derviş camiden çıktı. Halim selim biri. Lâkin, külahını poşete sokarken birden kükredi: “Ulan benim ayakkabılar nerde? Namussuz hırsıııız!”

Sağa sola bakındı. Az ötedeki bir çift ayakkabıyı farketti; giymeye çalıştı. “Bâri yerine bıraktığı şu eski püskü ayakkabılar ayağıma uysaydı! Eyvaah, en az üç numara küçük! Üstelik işim de acele. Bu yağmurda ne yapacağım şimdi? Vicdansız hırsıııız!”

...

Erenler’e döndüğümde bestekâr dostumuz iyice dalgınlaşmıştı. Belli ki ilhamın ayak sesleri gitgide yaklaşmakta... Lâkin, az sonra birden okkalı bir küfür savurdu. “Ayakkabılarıma sövüyorum” dedi homurdanarak, “Yağmuru yeyince birkaç numara açılmışlar!”

Mesele anlaşılmıştı. Dostumuz ilhamın tesiriyle dervişin ayakkabılarını geçirmişti ayağına!

“Hemen camiye koş!” dedim, “derviş seni bekliyor.”

...

Birkaç dakika sonra döndü bestekârımız. Ayağında kendi ayakkabıları... Fakat sol kaşının üstünde ciddi bir bir şişlik var gibi... Eliyle kaşını ovuşturarak homurdandı: “O adam mevlevî dervişi ise, ben Mevlânâ Celâleddin’im”

YUSUF ZİYA ADIDEĞMEZ

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.