Her şeyin tam ortasında

Hayat Türkiye’de sıçramalarla devam ediyor.

İçinde bulunduğumuz zamanlar şöyle böyle değil, olağandışı tarihsel zamanlar.

Çok cepheli alçak saldırılar her gün bir başka yerden terör salvoları yaparken, dışarıda da ipe sapa gelmez manşetlemeler, diplomasilemeler, işbirlikleri devam etmekte.

Daha dün sabaha karşı, önceden ilan edilen kırmızı çizgilerle ilgili olarak Suriye içine girdik. Daeş’le mücadele konusunda binbir türlü entrika ve komplo içinde olanlardan tık yok.

Cumhuriyet’in yurtdışına çıkan Can’ı ve paralel bütün canları az çırpınmamıştı kirli tezgâhları için.

Dün aynı zamanda aynı topraklarda tam binbeşyüz yıl önce Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık Zaferinin de yıldönümüydü.

Tarihin şu garip cilvesine bakınız ki yarın da, Boğaziçi Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün açılışını yapacağız.

İran, Kuzey Irak, Amerika, Avrupa temsilcilerinin biri gelip biri gidiyor.

Suriye’deki çok denklemli süreçten nasıl çıkacağımız merak konusu iken Cumhurbaşkanımız dün yaptığı konuşmada “bu devleti yıkamayacaksınız, bu ezanları susturamayacaksınız, bize diz çöktüremeyeceksiniz” derken, Milletin içinden ve Milletin ta kendisi olarak bir şey söylüyordu.

Ve ülkemizin merkezinde olduğu coğrafyada ‘yepyeni şeyler’ olurken çarşı pazar her şey olağanmış gibi akmaya devam ediyor; yeni eğitim yılının telaşı, yaklaşan Kurban Bayramı için planlar, toplumun temel olağan gündemi olarak sürüyordu.

Bütün yüksek gerilimleri ve normaliteyi aynı anda yaşayan böyle bir toplumu analiz etmek isteyen sosyologlar da bir süre sonra ipin ucunu kaçırıyor, yahut çareyi ipi bırakmakta buluyordu.

Dün Yeni Şafak’ta yayınlanan Mustafa Kutlu’nun ‘Türk’ başlıklı yazısı ise bu ülke insanının bir özeti gibiydi. Şöyle bitiyordu bu güzel yazı:

“Çağ nedir ki çağdaşlık olsun. İlerleme diyorsun varsın senin olsun. Ne vakte kadar sürecek bu yağma, bu tekebbür. Oysa gün akşamlıdır. Bugün bana, yarın sana.

Ben kanaat makamına çıkmışım yavrum. Hamasete bağlama.

İslam’ın çekilmiş kılıcıyım. Emaneti kucaklamış gidiyorum; ezelden ebede. Yarı yolda düşersem eğer, ne demiş şair: Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.’”

YALAN

Ben yalan dinlemesini severim.

Yalan, insanların bütün öteki yaratıklara karşı üstünlüğünü sağlar. Yalanla gerçeğe ulaşılır. Ben yalan söylediğim için insanım. Hiç olmazsa önceden on dört sefer, hatta belki de yüz on dört sefer yalan söylemeden hiçbir gerçeğe ulaşılmamıştır. Ve bu, kendine göre bir şereftir. Oysa biz kendi aklımızla yalan söylemesini bile beceremiyoruz. Bana kendi uydurduğun bir yalan söyle, seni alnından öpeyim! Kendi uydurman olan bir yalan söylemek başka bir ağızdan işitilip tekrarlanmış bir gerçeği söylemekten hemen hemen daha iyidir. Birinci ihtimalde sen bir insansın, ikincisinde ise, papağandan hiçbir farkın yoktur. Sanki biz neyiz şimdi? Biz şimdi ayrıcalıksız hepimiz, bilgide, ilerlemede, düşüncede, buluşta, ülküde, istekte, liberalizmde, akılda, tecrübede, her şeyde henüz daha jimnazyum hazırlık sınıfındayız! Başkalarının aklı ile yetinmek hoşlarına gidiyor! fena alışmışlar! Dostoyevski

16-08/24/mevlana.jpg

HABER SAĞLIĞI

Sevgili gazetemiz;

Çıktığın günden beri okuyorum. Sağlıklı haber vermenizi çok değerli buluyorum.

Haberleri okumadan edemiyorum ama verilen haberin tezgahtan uzak olması çok önemli.

Haber sağlığını akıl sağlığımın birinci şartı olarak görüyorum ve sizin haberlerdeki sadelik ve tarafsızlığınız hoşuma gidiyor.

Yazarlarınız da çok değerli. Bazan beğenmediğim görüşler olsa da varlığınızın kıymeti tartışılmaz. Keşke günde iki defa çıksanız:)

Bütün Karar ailesine sevgilerimi saygılarımı iletiyorum.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.