Kütahya’nın pınarları

Kar yağmış birkaç gün önce.

Yolların kenarına süpürülüp orada erimeden kalmışlar, üzerine basıp gıcırdatarak geçiyorum.

Keskin bir ayaz ve kışa mahsus keskin güneş ışıkları.

Ulucâmi yanında her zaman oturduğum kahveye oturup, taşraya mahsus o taklid edilemez yumuşak uğultunun içine gömülüyorum.

Üç çaydan sonra ‘kekik’ diyorum, ellili yaşlardaki garson “verem” diyor.

Kütahya’dayım. Çok sevdiğim Hisarlı Ahmet Caddesinde.

Ulucâminin hemen önünde müthiş bir “Su Meclisi” var. “Saka Hâne” deniliyor, ne güzel bir isim ya hu. Sanki Kütahya’nın bütün pınarları orada cem olmuş ayin icra ediyor. Muazzam bir akustik içinde şırıl şırıl sesler arasında kulağım, ziyaret ettiğim her defasında fabrika ayarlarına dönüyor.

Oradaki ‘kadrolu’ meczupların kelamlarını da nûş ettikten sonra Güzel Sanatlar’daki gençlerle buluşmamız için Germiyan yerleşkesine gidiyoruz.

Alanıyla fevkalâde ilgili bir yönetici olan Mehmet Faruk Ebeoğlugil Hocamız ve onun gözleri ışıl ışıl genç öğrencilerinin bulunduğu salonda sanattan, düşünceden, sanatçıdan konuşup sohbet ederken, ister istemez tarihle güncelin içiçe girdiği alanlara. şöyle bir uğruyor, sonra kendimize geliyoruz.

Özel bir sanat şehri hüviyetini koruyan Kütahya’daki bu anlamlı buluşmadan geriye dostların güzelliği, iyiliği ve Kütahya’nın pınarları kalıyor.

Zil gibi bir havada çinilerin, Evliya Çelebî’nin, şair Şeyhî’nin, Yakupoğlu’nun sesleri uçuşuyor.

Ve biz yeni yollara çıkıyoruz içimizde yeni anlamlarla.

Hayat devam ediyor.

Umutsuzlukla nasıl baş etmeli

(...) Hayatta olan şey doktora gittiğimde başıma gelenler gibi. Doktoruma kendimi iyi hissetmediğimi söyledim, şöyle cevap verdi: “Muhtemelen çok fazla kahve içiyorsun ve yeterince yürümüyorsun.” Üç hafta sonra tekrar gidip şöyle dedim: “Kendimi gerçekten hiç iyi hissetmiyorum ama bu kez sebebi kahve olamaz çünkü artık kahve içmiyorum; egzersiz eksikliği de olamaz çünkü bütün günümü yürüyerek geçiriyorum.” Doktorum cevap verdi; “Pekâlâ, o halde sebep kahve içmemen ve çok fazla yürümen olmalı.” Buyurun bakalım: Her iki seferde de kendimi aynı şekilde iyi hissetmiyordum ama kahve içtiğim zaman kendimi iyi hissetmememin sebebi kahve içmem, kahve içmediğim zaman da kahve içmememdi. İnsanlar için de aynı şey geçerli. Bütün dünyevî hayatımız bir tür hastalık. Eğer biri bunun neden böyle olduğunu merak ederse, ona önce hayatını nasıl düzenlediği sorulur. Cevap verdiğinde de şöyle denir: İşte, sebebi bu.

Kierkegaard’dan Hayat Dersleri - Rober Ferguson- Çev.: Elif Ersavcı-Sel yay.

Selam polis!

Son haftalarda özellikle Fatih/Unkapanı civarında seri kapkaçlar görülmeye başlandı. Üstellik gasp boyutuna ulaşanları da var.

Bazan bireysel, bazan da üçlü dörtlü çeteler hâlinde gerçekleşen çok sayıda olay, bir zamanlar İstanbulluların kâbusu olan kapkaç çetelerinin yeniden mi hortladığı sorusunu akıllara getiriyor.

Güpegündüz şehrin merkezinde gerçekleşen çok sayıda olaya polisin anlık reaksiyonları neden vermediği merak konusu.

Münbiç!

Biliyorsunuz Münbiç adını bir süredir duymaktayız. Dikkatli bir akademisyen dostumuz olan Fethi Gedikli Hocamız aşağıdaki halk şiirine dikkatimizi çekmiş, naklediyoruz:

Çıktım yücesinden baktım

Batkım Münbiç illerine

Ak baş ak baş evler konmuş

Yücesine bellerine

Münbiç derler bir şar imiş

Ağalık beylik bir imiş

Zorlu küheylanı var imiş

Kurşun değmiş kollarına

Yağız atların sekişi

Benli dilberler bakışı

Fıratın coşkun akışı

Benzer beş ay sellerine

Bunu diyen Deli Boran

Sevdiğine meyil veren

Top top akça ceren

Gider gayrı bellerine

(M. Fuad Köprülü, Türk Saz Şairleri, c. I-V, Güven Basımevi-Ankara, s.694-5)

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum