Nusret Ağabeyi anmak

Pazartesi akşamı Zeytinburnu Kültür Sanat Merkezi’nde bir dostu andık dostlarla.

Ebubekir Kurban, Şaban Abak, Mehmet Şeker, Ekrem Ayyıldız ve bendeniz, merhumun ailesi ve yakın dostlarından oluşan bir meclisteydik.

10 yıl olmuş Nusret Ağabeyi kaybedeli.

Onu anarken altı çizilen ne çok şey oldu. Ana başlıklarıyla kaydedelim:

İnanç alanındaki tavizsiz duruşu, Üstad’a bağlılığı, celadet ve nezaket sahibi oluşu,dostlarına vefası, çok sigara, sanat ve tiyatroyla münasebeti, tasavvufî sularda kulaç atması, kimse hakkında kötü söz söylememesi, nükteleri, samimiyeti, şehid olmayı hep arzu etmesi ve dile getirmesi…

Bazı anılar da anlatıldı. Kimi içimizi burktu, kimi buruk bir tebessüme yol açtı. Bendeniz de yakînen tanırdım Nusret Ağabeyi. Bir şahsiyetti. Yıllarca aynı kahvelerde oturup çay içtik, sohbet ettik. Garsonun getirdiği hiçbir çayı geri çevirdiğini görmedim. ‘Gülünce gözlerinin içi gülüyor’ şarkısı sanki onun gözlerinin içi için yazılmıştı.

Azizim dediğinde aziz olduğunuza inanırdınız.

Ebubekir’in deyimiyle arkadaş milliyetçisiydi.

Onunla temas eden kim varsa bir iz bırakmıştı onda, güzel, incelikli, dokunaklı bir iz.

Sıkı Fenerliydi. Zaman zaman ‘her çocuk Fenerbahçe fıtratı üzerine doğar, sonra inhiraf eder” derdi.

Salonda bulunan Ömer, Hakkı, İlhami, Mü’min, Adem Bey gibi yakın dostları dışında onu ömrünün son demlerinde tanıyan gençler de vardı ve bazı dinleyiciler söz alıp onunla ilgili anı ve tanıklıklarını anlatırken havada vefadan, iyilikten, güzellikten bir şeyler uçuştu.

Kitaplarından söz açıldı Nusret Özcan’ın. Gazeteciliğinden. İyiliğinden. Gümüş Sakal’ından. İster istemez Mustafa Kutlu’ya bağlandı sözlerin bir kısmı. Sonra Hüsamettin Hoca’dan bahsedildi. Bir fotoğraf vesilesiyle o fotoğrafta olan ama artık aramızda olmayan dostlardan. Ne çok yaprak düşmüş ağaçtan.

Gece salondan dışarı çıktığımızda berrak bir gökyüzü, mevsim için munis bir hava vardı. Aya baktım, gözükmeye devam eden birkaç yıldıza. Sonra Verçin Beyin davetiyle başka bir mekânda daha dar bir dost grubuyla oturduk ve bir şeyler daha konuştuk.

Geçiyordu dünya.

Geçiyorduk.

Kudüs Zamanı

Salı akşamı Haliç Kongre Merkezi’nde güncel içerikli bir sahne performansı vardı: “Zamanın Kudüs’ü, Kudüs’ün Zamanı.”

Cumhurbaşkanlığı’nın himayesinde yapılan gösteri saati geldiğinde kongre merkezi çoktan dolmuş, hatta kimi konuklar kapıda kalmıştı.

Protokol konuşmalarından sonra dev dijital sahnedeki görüntülerle senkronize olmuş ve teknik anlamda tiyatro kalıplarının epey dışına çıkmış gösteri başladı.

Abdülhamit’le açılan drama yine Abdülhamit’in Filistin’in satışını isteyen Yahudi’ye verdiği tarihî cevap ve ayarla kapandı. Ama bu iki sahne arasında Hz. Ömer, Selahaddin Eyyubî ve Yavuz Sultan Selim üzerinden Kudüs’ün tarihsel serüveni, anlamı ve derinliğine vurgu yapıldı.

Benim için sürprizlerden birisi de sahnede gözüken mehter takımından sözleri çok bilinen ama yeni bestelenmiş bir mehter marşı dinlemekti.

Sahne kapanırken akan yazılar üzerinden yapılan kronolojik okuma BM Güvenlik Kurulu’nda geçtiğimiz hafta yapılan oylamaya kadar gelip dayandı ve haklı olarak salonda Recep Tayyip Erdoğan sloganları melodik biçimde yükseldi.

Kalabalık bir figürasyonla gerçekleşen yeni nesil ve bir anlamda mültimedyatik diyebileceğimiz bu gösterinin öncülü 2015’te Küçükçekmece’de sergilenen “Geçilmez” isimli Çanakkale Zaferi’nin 100. Yılına adanan gösteri idi.

Emeği geçenleri kutlarız ve aynı teknikle hazırlanacak bir Kut’ul Emare zaferinin hikâyesinin de şık olacağını belirtiriz.

Hukuk dili

Siyasal bir yapıyı desteklemek başka şey, bir kanun ya da KHK metninin hukuk tekniği bakımından değerlendirilmesi başka şeylerdir.

Gün olur o eleştirisine tahammül edemediğin hukuk metni elinde patlar ve pek sevdiğin siyasal yapı da bundan büyük zarar görür. O zaman kimin gerçekte siyasal yapıyı, kimin de ‘istimi sonradan gelir’ anlayışını öncelediğini ayırd etmenin pek bir yararı olmaz.

Hukuksal sonuçlar doğuracak bir metin ne kadar berraksa o kadar iyidir. Ucu açık, muğlak, sınırları netleşmemiş bir hukuk dili, hukuk felsefesinde iyi gidebilir, lâkin somut uygulamalar başka bir şeydir.

Dolayısıyla sürekli tartışılan ve açıklanmaya çalışılan bir hukuk metninde hata yapılmış olması mümkündür ve yapılacak şey, -hata varsa- savunarak bu hatayı büyütmek yerine, amaçlanan her ne ise onu daha açık şekilde kaleme almaktan ibarettir. Bu da vatan hainliği değil, hukuk bilincine atıftan ibarettir.

15 Temmuz ve takip eden gündeki vatandaşın destansı tepkisini tahfif etmeye kalkanın alnını herkes gibi ben de karışlamak isterim, o başka.

Adalet! Ve bunu gerçekleştirirken hukuk tekniğine özen. Hepsi bu.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum