Pandora’nın kutusu mu kaldı

New York’taki zirve ve kendi içinde lokal görüşmeler sürerken, içeride TEOG eksenli tartışmalar sürüyor.

Diğer taraftan Kuzey Irak’ta yaklaşan referandum öncesi “olur-olmaz” restleşmeleri yükseldikçe yükseliyor. Bu referandumun bir Pandora’nın kutusu olabileceği ihtimali de, ihtimaller arasında.

Her iki durum da biber ve patlıcanlarını kurutmakla meşgûl Hatice Teyzenin hiç umurunda değil.

Dört ülkenin ortasında kimilerine göre ikinci bir İsrail olarak kurulacak yeni devlet, dört ülkenin güvenliği için de sorunlar oluşturacak.

Bazıları ise referandum sonrası kurulacak yeni devletin akıllı işbirlikleri sonucu bazı sorunları çözeceğine inanıyor.

Doğrusu Hatice Teyze bu iki ihtimalle de ilgilenmiyor. Okuldan dönecek torununu düşünüyor o. Bir de kışın ona ev içinde giymesi için öreceği bir çift patiğin iplerinin rengini. Salçayı ise her zaman olduğu gibi Hacı Bakkal’ın özenli el yapımlarından alacak.

Hayatın hayhuyları hangi zihin ölçeğinde yaşadığınıza göre değişiyor.

Bazan küresel düşünüyor insan denen mahlûkat, bazan kendi bedeninin sınırları bile ona geniş geliyor.

Öyle ki bir evden taşınmak için aylar süren bir zihnî hazırlık gerekebilirken, bazan ansızın sizlere ömür dünyasını değiştiriveriyor.

Geç gelen yaz, geç gitmekte kararlı olmalı ki Eylül’ün sonuna merdiven dayadığımız şu günlerde bile sıcaklar ensemizde boza pişiriyor.

Leylekler gitti yine bize sormadan, gökteki yerleri boş kaldı.

Serçeler ise durmakta yine, insanın olmadığı yerde yaşamama çılgınlığını sürdürerek.

Monsieur Macron gayet müeddep duruyordu ‘Beyefendi’nin karşısında.

Trump ise bilinen tehditlerini savurmaya devam etti Kuzey Kore’ye.

Bazan tarihsel büyük havanlar görürüz gezegende. Onlarda da güzel su dövülür.

Hatice Teyze ise sabah doğan güneşe, öğlen yakan güneşe ve akşam batan güneşe bakıp bir şey damıtır, onbinlerce gecenin gündüzün içinden geçip giden ömrünün sonlarına.

Füze atılır, biber kurur, patlıcan tıngırdar, savaşlar olur.

Dünya böyle de döner, öyle de.

Ve gün gelir ansızın durur.

O gün bir dana bulamazsın, kuyruğu kopmuş mu diye bakmak için.

Şair

Ey zaman, uzaklaşmaktasın benden şimdi.

Yaralanıyorum her kanat çırpışınla.

Ama kalınca yalnız, söyle, neye yarar ki

dudaklarım, gecem ve gündüzüm tek başına?

Yok bir sevgilim, bir dört duvar,

ne de bir iklim, gönlümce.

Bütün kendimi adadıklarım, ömrümce,

Ansızın zenginleşip beni harcamaktalar.

R. Maria Rilke-Bütün Şiirlerinden Seçmeler-Çev.: Ahmet Cemal-İş Bankası Yay.

Sesler

Kâni Karaca’nın sesi çekileli epey oldu gökkubbeden.

Sonra Cem Karaca sustu, Ahmet Kaya sustu.

Bir şekilde İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay, Sezen Aksu, Erkin Koray da sustu sanki.

Gökkubbe hızla boşalırken büyük sesleri hemeninden ikâme etmek pek öyle kolay olmadı. Tilkiyle filan da bu boşluk dolmadı.

Tuhaf bir okur

Okuduğum tuhaf bir kitabın başka bir okuruyla tuhaf biçimde tanışacağımı hiç düşünmezdim.

Bazan böyle oluyor. Bir şemsiye-kitap sadece bazı yağmurlarda ıslanan tuhaf tipleri kubbesinin altında toplayabiliyor.

Harfler, kelimeler, anlamlar ve zihinden zihine atılan minik anlam topları.

Bir kitabın zaman içindeki tüm okurları bir araya gelse ne çıkar buradan? Kitabın kendisini elbette aşan bir topluluk mu? Yoksa kitabın anlamı etrafında hâlâ dolaşan arayışlar mı?

Bir kitabı bitirip kapağını kapatınca kitap biter mi, yeni mi başlar?

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum