Sâde kahve

Diplomasinin filleri birden çarşıya girdi.

Silahların, bombaların, uçakların ortak çatapatlarında insanın sesi pek duyulmaz. İnsanlığa rastlarsan da öpüp başına koyarsın. Amerika’nın da, Rusya’nın da, bunların desteklediği rejimin ve diğer bileşenlerin de ‘yanlışlıkla’ yahut ‘taammüden’ öldürdüğü sivillerin, bombaladığı hastanelerin sayısı belirsiz Ortadoğu’da.

Sonra birden diplomatik hareketlilikler.

Garip davalar, konsolosluklarda meşkuk telefon trafikleri, gözünüzün içine baka baka ağır ve yüklü silah transferleri, şu bu.

Sonra birden vizelerin askıya alınması. Karşılıklı ve mukabele-i bilmisil yöntemiyle.

Diplomasi, savaşın masadaki devamı mıydı bir kavle göre, yoksa tersi mi?

Kerkük, Musul, İdlib, Afrin ateşli sözler arasında uçuşan şehir isimleri.

Sadece isimler değil, derin tarihsel, kültürel ve duygusal bağların rengiyle boyanmış kelimeler.

Coğrafya kader mi? Oradaki milyarlarca varil petrolün dışındaki anlam kimlerle temas edebiliyor?

Yüz yıl öncesine baktığımızda bizim için fark eden ne? Bugünkü ittifakların, ambargoların, karşıtlıkların, anlama çabalarının, cetvelle sınırlaştırmaların hepsi neye işaret ediyor? Bugün yüz yıl öncesinden farklı diyebileceğimiz yeni temel olgular var mı?

‘İhtilafın barışçı yolla çözülmesi’ için yapılan savaşlar hiç bitmedi dünyada.

Diplomasinin tarihi savaşın tarihinden daha eskidir diye düşünüyorum. Yine de dünyayı şekillendiren şey diplomasi değil.

Hayat akıyor.

İzlanda yahut İsviçre değiliz. Hiç olmadık da.

Coğrafyamız yeniden şekilleniyor. Taşlar yerine mi oturacak yoksa yerinden mi oynayacak?

Şehir şehir bu soruya cevap aranıyor, ülkelerle.

Diplomatlar birer kurmay subay tavrıyla içiyor kahvelerini Moskova’da, Tahran’da, Bağdat’ta, Berlin’de, Washington’da, Londra’da.

Ankara sade bir kahve sürüyor ocağa. Küllenmiş közü şöyle bir ölçeriyor…

Ve bir masa bekliyor bekliyor.

Titiz Hoca’nın şapka ile imtihanı ve harf inkılabı

Şapka kanunu çıktı. Şapka ile beraber medeni kıyafet giyilecekti. Nedir o? Ceket, pantolon, frenk gömleği, bulunursa kravat. İyi de şapka yok. Bunu fırsat bilen birkaç tüccar Avrupa’dan şapka getirtti. Kasabanın tüccarı da vilayete gidip paylarına düşeni aldı. Ama şapka az, müşteri çok. Bu durumda öncelik memurlara verildi. Memurlar zaten geçen asırdan bu yana ceket-pantolon giyiniyor, kravat takıyordu. Fark sadece şapkada idi. Fes mi, şapka mı? Bu şapka yüzünden çok kan döküldü. Kurunun yanında yaş da yandı.

-Yahu Molla! Duyduğumuza göre kanun çıkar çıkmaz soluğu vilayette alıp kendine bir şapka beğenmişsin.

-Doğrudur! Emir demiri keser.

-Hah! Şöyle

-Ben ne ise de Titiz Hoca’nın asabı bozuldu. “Bu ne zulümdür arkadaş, ben bu alâmet-i küfrü giymem” deyip duruyordu.

-Ne yapacaksın? Dedim.

-Uzlete çekileceğim.

-Yani!

-Bir ayağım çukurda. Emr-i Hak vaki olana dek evden çıkmam.

-Ya cami, ya namaz.

İyice celallendi.

-Ulan namaza da şapkayla gidecek değilim ya!

Hoca gerçekten uzlete çekildi. Camiyi cemaati müezzine bıraktı. Çocukların dersini evinde veriyordu.

(…)

-Ne diyorsun Hoca?

-Ne diyeyim. Gazi yanlış yerden başladı.

-Nerden başlamalıydı?

-Maarif.

-Yani.

-Madem medreseler, tekkeler kapatılıyor. O zaman mektep ile medreseyi meczetmek lâzım idi. Bu kolay bir iş değildir ama yapacak âlimlerimiz, tecrübeli muallimlerimiz var.

-Sonra?

-Sonrası sanayi, teknik, ziraat vesaire. Tabii sermaye lazım. Mustafa Kutlu-Tarla Kuşunun Sesi-Dergâh Yay.

Anons

Küresel diplomasi sarhoş atlar zamanını yaşıyor. Sürreel süreçler içindeyiz.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.