Siyasetin sığ sularında

Belki de zannettiğimizden derindir siyasetin suları bilemiyorum.

Ama zaman zaman atılan kulaçların uzunluğuna bakınca pek de öyle aman aman bir derinlik göremediğimiz ortada.

Su beni kaldırmıyor, dolayısıyla bu bahis benim epey dışımda.

Yine de ‘bu kadarı da olmaz ki canım’ dediğimiz bir yığın tuhaf tutum ve söylemleri yıllardır izlemekteyiz.

Örneğin son ayların sıcak gündemi olan sınır ötesi harekât konusunda sık sık yaşıyoruz bu tuhaflığı. Şaka değil, şehit cenazeleri geliyor, bölgeye sürekli asker ve mühimmat yığınağı yapılıyor. Değişik devletler ve bölgedeki farklı terör örgütlerinin ağırlık ve yaklaşımları dikkate alınarak stratejiler üretiliyor, anlaşmalar yapılıyor, restler çekiliyor ve bir bedel ödeniyor.

Böyle bir hengamede diyelim ki Rakka’ya yapılacak bir müdahalenin strateji ve şartları Devlet katında konuşulurken iki muhalefet liderinden birbirine taban tabana zıt iki yaklaşım geliyor;

Bahçeli mealen şöyle diyor: “Devletin ve hükümetin bölgede yapacağı her türlü harekâtın şartsız olarak arkasındayız, destekliyoruz.”

Kılıçdaroğlu ise yine mealen şöyle diyor Rakka harekâtı konusunda: “Önce kendi çocuklarını al hep beraber gidin.”

Şimdi bu nedir?

Önemi ve ağırlığı herhalde tartışılamayacak bir konuda bu kadar birbirine zıt iki yaklaşım olabilir mi? Bunlardan birisi herhalde ağır bir yanlış ve sululuk içeriyor, öyle değil mi?

Siyaset bu değil bay muhalefet.

Böyle gidildiği müddetçe önüne koyulan her sandıkta, o sandıktan çıkan terzilerin aldığı boy ölçülerin kısalır da kısalır.

Referandum meydanları, mahfilleri, meclisleri ısındıkça daha neler duyacak, neler göreceğiz kim bilir.

Ama sığlığın da bir sınırı olsun istiyor insan.

Sığlığın menşei ve cenahı yok. Nereden ve kimden zuhur ederse etsin, rahatsız ediyor.

Etmiyor mu?

İstanbul geceleri bir başka

Metro koltuğuna fırlatılmış gazetede bir başlık: “İstanbul geceleri bir başka.” Haberin içeriği eğlence sektörüyle ilgili.

Doğrudur efendim. Bir başkadır İstanbul geceleri. Lâkin nereden baktığınıza bağlı.

Kışta kıyamette dilenmeye zorlanan yarı çıplak çocukların geceleri başka; rulet masasında sabahlayan vurguncularınki bir başka.

Günlük rızkını kurtarmak için kağıt toplayanların geceleri başka; barlarda vatan kurtaran entellerinki bir başka... Say say bitmez!

Müsâdenizle, bu zincire bir hâtırâmı ilave edeyim.

Yıl 1988... İlikleri donduran bir kış gecesi. “Dökümcü Şevket’in Geleneksel Sofrası”ndan ayrılıyoruz. Akademisyen Seyfettin Manisalıgil ve fen bilimci Abdülkadir Adak’la.

Şoförümüz de hoşsohbet bir akademisyen. Bendenizi Fındıkzade’deki fakirhâneme bırakacak. Ne var ki, direksiyonu Edirnekapı yönüne kırıverdi birden. Ardından da “Yanlış yola girdim” diye özür beyân etti.

Uzatmayalım efendim, surlara yaklaşırken Seyfettin arabayı durdurdu. Oldukça uzaktaki, sur dibindeki bir takım karartıları işaret etti. Zar zor seçilebilen, korku-gerilim filmlerine malzeme olabilecek bir görüntü! Beş kişi, bir otomobilin başında. Etrafları kedi köpek!

“Bu da neyin nesi! “ diye haykırdı Seyfettin.

“Cinayet işlemişler herhalde; cesedi bagajdan çıkarmaya çalışıyorlar” diye mırıldandı şoförümüz.

Abdülkadir Bey: “Bu ıssız mıntıka böyle şeylere pek elverişlidir.”

“Ya o kediler, köpekler de ne öyle?”

“Kan kokusuna gelmişler.”

“Hemen gidip ihbar edelim” dedim.

“Yahu bunlar mafya falandır; nemize lâzım” diye muhalefet ettiler. “Ne olursa olsun, ihbar edeceğim” diye indim. Taksi beklemeye başladım.

Birkaç dakika sonra otomobilimizin camı açıldı. Abdülkadir Bey seslendi: “Gel yahu, soğuktan donacaksın.” Aldırmadım. Gülüşmeye başladılar. Seyfettin: “Ulan” dedi, “Sungurbey’i mı ihbar edeceksin?”

***

Dostlarımın bu muzipliği vesilesiyle tanış oldum “İsmet Sungurbey” ismiyle. Sonraları hakkında edindiğim bilgiler: Yaratılanı, yaradandan ötürü seven bir gönül. Sokak kedilerinin, köpeklerinin hâmisi. Her gece aynı güzegâhta, aynı saatte başlıyor yiyecek dağıtımına. Fiziksel engeline rağmen. Karda, kışta, yağmurda, çamurda. Kadınlı erkekli dört kişilik bir grup da yardımcısı.

***

Sungurbey’i yıllar önce kaybettik. İstanbul’un kedileri, köpekleri o güzergâhta, yine aynı saatte bekliyorlar bu gönül dostunu. Yıllardır, her gece aynı saatte. Karda, kışta, boranda. Ama İsmet Hoca’nın külüstür otomobili bir türlü görünmüyor.

Şimdilerde yüzlerce, belkl binlerce gönüllü devraldı bayrağı. Onların gönlündeki İsmet Sungurbey daha bir başka. İstanbul geceleri gibi.

YUSUF ZİYA ADIDEĞMEZ

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum