Andımız ve yarınımız

Devletlerin kendine has dinamizmi, yürüyüş ve gelişme seyri vardır. Özellikle içinde bulunduğumuz çağda; yani rekabetin ve gelişme dinamizminin kısa dilimlerle belirlendiği zamanda bu özellikler daha büyük hassasiyet gerektirir. Refah ve güvenlik üretmek, dünya çapında itibar kazanmak aktif bir sevk ve idare gerektirir. Elbette bunun yolu zamanın ruhuna uygun davranmayı bilmekten geçtiği kadar, tarihi tecrübeden istifade ederken geçmişe takılıp kalmamayı gerektirir.

Mesela Türkiye’nin övünülecek bir imparatorluk geçmişi vardır ama bu gerçek günümüz dünyası için bir hak veya imtiyaz sağlamamaktadır. İmparatorluk çağının şartları yerle bir olmuş, üzerine birden fazla yeni düzen kurulmuş, kartlar defalarca karılmıştır. Geçmişle övünmek kendi başına huzur verici olabilir ama içinde bulunduğumuz dünya şatlarında ve rekabet halinde bulunduğumuz birçok ülkenin de tarihleriyle gurur duydukları gerçeği karşısında sanılan anlamı ifade etmez. Tarihinin, geçmişinin ve atalarının şanlı olmadığını düşünen toplum yoktur ve birçoğu da bizim gibi imparatorluk veya büyük devlet öyküsüne sahiptir.

Her halükarda aslolan geçmiş değil gelecektir. Geçmişin başarıları, yenilgileri veya kaçırılan fırsatları ise tecrübe olarak değerlidir. İstifade edilirse tabii…

***

Üretmek, keşfetmek, sanayileşmek ya da hukukta, insan haklarında, dinsel ve etnik alanlarda hoşgörü sahibi olmak büyük tecrübelerdir. Bunların tersi bir geçmişten gelmek de artık bu eksikliklerden kurtulmak adına motivasyon üreten bir başka tecrübedir. Ya iyi yaptığınızı geliştirmek ya da yapamadığınızı yapmak zorundasınız. Her durumda toplumların geri gitmemesi, bazen yavaş da olsa ilerleme kaydedebilmesi şarttır. Bu kural elbette Türkiye için de geçerlidir. Her zaman gelişen ve ilerleyen bir toplum olduğumuz söylenemez ama hiç olmazsa geri gitmemeyi garanti etmek zorundayız.

Bu bahiste Türkiye’nin pek az ülkenin sahip olduğu tecrübeleri vardır. Mesela, Cumhuriyet’in kuruluş dönemi ideolojisinin temeli olan ırka dayalı ulus fikri yıllar içinde taşınamaz hale gelmiştir. Bunun anlaşılması uzun yıllar aldı ama sonunda anlaşıldı ve kabul edildi. Neticede, herkesin Türk olmadığı, kendisini Türk, Kürt, Çerkez, Abaza, Gürcü veya hangi etnik gruba dahilse öyle tanımlamak hakkına sahip olduğu noktasına varıldı. Bu, bir insan hakkıdır ve kabulü de müşterek tecrübenin eseridir.

Belki hâlâ etnik kimliklere dair sorunlar çözülebilmiş değil ama hiç olmazsa herkesin kimliğini dilediği gibi ifade edebilmesi mümkün olmuştur. Doğuştan gelen bütün özellikler gibi ırkın da başkalarına karşı üstünlük ve imtiyaz gerekçesi olamayacağı genel kabul olarak benimsenmiştir. 90, 80, 50 hatta 10-15 yıl öncesine kadar böyle bir anlayışa sahip değildik ama bunu sonunda aşabildik. Dolayısıyla, o dönemin öğrenci andı artık bugünün Türkiye’sine ait bir metin değildir. Yakın zamana kadar şehirlerin görünür yerlerine “Orduya sadakat şerefimizdir” yazılırdı. Bu sloganın doğal gelişme içinde geçerliliğini yitirmesi gibi, öğrenci andı da ortak anlayış sayesinde anlamını kaybetmiştir.

Herkesi bir etnik kalıba mecbur kılan metinden kurtulmak gelişmedir ve tekrar oraya dönülemez. Sadece öğrenci andı değil, toplumsal gelişmenin tasfiye ettiği hiçbir anlayışa, kurala ve kanuna geri dönülemez.

YORUMLAR (48)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
48 Yorum