Dostum, üçgenin iç açıları toplamına inanıyor musun?

Birkaç gün önce Prof. Dr. Ahmet Arslan Hoca’nın “Modern Dinî Düşüncenin Krizi” konulu konferansına katılma ve başından sonuna kadar dinleme fırsatım oldu. Dil ve üslup olarak biraz agresif ve hırçın bulduğum konuşmasında müesses dinlerin geleceğine ilişkin hayli karamsar bir tablo çizen, daha açıkçası din kurumunun mazideki ağırlıklı yerini bundan sonraki süreçte bir daha elde edemeyeceğini söyleyen Hoca bu bağlamda modern dinî düşüncenin çok derin bir kriz içinde bulunduğunu savundu. Hoca’nın dinî düşünce alanındaki krize ilişkin birçok tespiti, din dairesi içinde bulunan bizler için ne yazık ki can yakıcıydı. Söz konusu tespitlerden biri, dindarların doğrudan doğruya inancın konusu olan hususlarla bilgi ve bilimin konusu olan hususları birbirine karıştırmaları, yani bilim, kanıt, ispat konusu olan birçok meseleyi inanç alanına taşıyarak tartışmalarıydı.

***

Malum, üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir. Bu konu geometri ve matematiksel ispatla ilgilidir. “Allah vardır, ölümden sonra diriliş haktır” önermesi ise bilgi, bilim, deney, gözlem, kanıt ve ispatla değil, temelde güven duygusuna dayalı inançla ilgilidir. Dolayısıyla “Allah’a inanıyor musun?” şeklinde bir soru gayet yerindedir. “Üçgenin iç açıları toplamının 180 derece olduğuna inanıyor musun?” şeklindeki bir soru ise saçmalığın ta kendisidir. Ne var ki dinî düşünce dünyasında bu tür saçma sorularla sıkça karşılaşmak ve din alanıyla doğrudan ilgisi olmayan birçok meseleyi bu tür sorular üzerinden tartışmak yaygın bir âdettir. Örnek vermek gerekirse, yaratılış ve evrim konusu dindar çevrelerde evrimsel biyoloji gibi pozitif bilimlerin konusu olarak değil, basbayağı bir inanç konusu olarak değerlendirilir ve hatta Allah’ın yaratma fiiline karşı alternatif bir yaratma modeli olarak algılanmasından ya da kasd-ı mahsusla bu şekilde algılanması arzulandığından dolayı çoğu zaman “Evrime inanıyor musun?” ya da “Demek sen evrime inanıyorsun?” gibi tariz ve kinaye-yi urziyye kokan bir istifhamla tartışmaya girilir.

İhtimal ki yaratılış konusuyla ilgili tartışmada dindar taraf, “Allah bizi yarattı; ama ne şekilde yarattı, bilinmez; O’nun sınırsız kudret ve hikmetinden sual edilmez” demenin ötesinde, evrim teorisine karşı koyacak bir argümana sahip olmadığından, meseleyi behemehal inanç alanına çekerek muhatabı inançsızlık suçlamasıyla ilzam etmeyi çıkış yolu olarak görmekte ve böylece tartışmada sağlam bir mevzi kazandığını düşünmektedir. Oysa dindar taraf böyle bir yola başvurmakla söz konusu tartışmada mevzi kazanmak şöyle dursun, komik duruma düşmektedir. Yaratılış ve evrim tartışmasında bir müslümanın izlemesi gereken yol, bu yol değildir. Bu yolun güzergâhı bize göre şöyle çizilmelidir: Kâinatın ve insanın Allah tarafından yaratıldığını söylemek bir inanç meselesidir. Müslüman kişi, kendi dinine sadakat kaygısı taşıyorsa bu inançtan asla taviz veremez, vermemelidir. Aksi halde iman dairesinden çıkmış demektir.

Evrim konusu bir müslüman için ancak bu inançtan sonra mevzu bahis edilebilir; dolayısıyla dinî-itikâdî değil, bilimsel bir teori olarak ele alınıp değerlendirilebilir. Sonuçta bu teori aklı başında ve sağduyulu bir müslüman nazarında Allah’ın insanı yaratmasında işleyen yasa ve/veya biyolojik süreç hakkında makul bir fikir sahibi olmaya katkı sağlamaktan daha fazla anlam taşıyan bir şey değildir. Haliyle, Allahsız bir yaratma modeli hiç değildir. Şu halde, bilimsel bilgi ve ispatın konusu olan evrim meselesini inanç alanına çekip bunu inanma-inanmama bağlamında tartışmak hem saçma hem de lüzumsuz bir iş ve uğraştır. Bu noktada sıkça işlenen hata, yöntem ve amaçları birbirinden çok farklı olmasına rağmen din ile bilim arasında ya tam mutabakat ya da katıksız muhalefet denklemi kurmaktır.

***

Tam mutabakat özellikle modern dönemde popülerleşen bilimselci Kur’an yorumlarına onay veren ve bu sayede Kur’an’ı pozitif bilimin tezkiyesine muhtaç hale getiren zihniyette karşılık bulur. Katıksız muhalefet ise dinin artık modası geçmiş bir kurum olduğunu savlayan pozitivist, materyalist ve ateist zihniyetlerde karşılık bulur. Pozitivist ve ateist paradigmaya göre dinî metinlerdeki yaratılış öyküleri bilimsel bilgi ve bulgularla kıyaslandığında, “İnsanoğlunu dünya düzlemine leylekler getirdi” türünden çocuksu bir anlatıdır. Kur’an’dan bilim fışkırdığına inanan naif düşünce ise bu saldırı karşısında sözüm ona modern bilimsel yorumlarla durumu kurtarmaya uğraşır. Fakat her iki yaklaşım da kökten sakattır. Çünkü kutsal metinler kozmogoni, kozmoloji, tabiat, yaratılış gibi konularda insanoğlunun bilimsel meraklarını gidermek ve açıklayıcı bilgi vermek bir amaç gözetmezler. Kutsal metinlerdeki temel amaç insanoğlunun yaratıcıya karşı iman, ibadet, şükran borcunu hatırlatmaktan ibarettir. Din dili açıklayıcı değil, anlam ve değer katıcı bir dildir. Bu sebeple, kutsal metindeki ifadeler, söylenenden ziyade söylenmek istenen şey dikkate alınarak, yani parmağın ucuna değil, parmağın işaret ettiği noktaya bakılarak tefsir ve te’vil edilmelidir. Zira bahsi geçen temel amaç çerçevesinde kutsal metin, insanda yaratıcıya karşı derin hayranlık uyandırmak üzere öyküsel ve şiirsel bir dil kullanır. Bu yüzden de yağmur, rüzgâr gibi doğa olaylarını bile aynı dil dizgesi içinde anlam katarak anlatır. Ancak bu bilimsel (açıklayıcı) değil, tinsel (manevi değer yükleyici) bir anlamdır. Bu sebeple, kutsal metin bilimsel veriler ışığında yorumlamaya pek müsait olmadığı gibi, bilim de mantıkçı pozitivist bir paradigmayla kutsal metnin dil ve anlam dizgesini sorgulama ve yargılama hakkına sahip değildir.

YORUMLAR (150)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
150 Yorum