Huni

Nesnelerin de kendi içlerinde canlı yanları var. Hatta içerdikleri açık ve gizli metaforlarla hayatı ve insanı karşılamakta yarış bile ederler. Şiirimizin uzun kelimelerinden İlhan Berk, neredeyse kendisini de bir özne-nesne kimliğine büründürerek konuşturmuştur nesneleri Şeyler Kitabı’nda. ‘Cümle eşya uykusundan uyandı’ der mesela. Bir kez şairinin diline düşünce nesneler artık o bağlı ve ağır hallerinden sıyrılıp koparlar, dünyaya sanki yeniden gelirler. Nesneler olmasa onların dilimizin dönmesini aklımızın işlemesini kolaylaştıran halleri kaybolsa hayat daha kuru ve çekilmez olurdu. Ama insan bunu da yapar. Nesneleri işgal eder.

Çocukluğumda seyretmeye doyamadığım bir teneke ustası vardı. Tanıdığım ilk nesne sihirbazıydı. Herkesin burun kıvırıp olur olmaz durumlar için bir niteleme sıfatı olarak kullandıkları tenekeyi, hünerli elleriyle eğip büker her seferinde hayretimi coşturan makaslarıyla milimetrik kesimler yapar, lehimler sonra da satılsın diye dükkanına dizerdi. Onu izlemenin bende bıraktığı zevk ham bir nesneden işlevsel bir eşyaya geçerken somutlaşan nesnenin nasıl olup da sonsuz bir soyut alana geçişini gözlemekti. Şüphesiz bakır ve gümüş gibi daha değerli nesnelerle de gösterebilirdi bu hünerini. Ancak yine de benim zihnimde en çok onun tenekeden huni yapışı kalmış. Belki de huni denilen bu nesnenin işlevselliği yanında edilgen kaderini düşünmüşümdür çokça.

***

Huni bildiğimiz farklı farklı boyutlarda bir kaptan bir kaba ihtiyacımız olan sıvıyı aktarmak için kullandığımız ara eleman. Bir büyük tenekeden bir küçük şişeye zeytinyağını boşaltmaya çalışsanız hem zorlanır hem de istemeden dışarı dökersiniz. Ama şişenin ağzına koyacağınız uygun bir huni hem işinizi kolaylaştırır hem de size akışın farkına varmadığınız güzelliklerini hissettirir. Attar dükkanlarında, gıda satılan yerlerde, evde, iş yerinde, kısaca bir sıvının başka bir hacimde başka bir kaba dökülmesi gereken her yerde ona ihtiyaç var. Huni sıvıdan sıvıya en kısa köprüdür desek yanılmayız.

Nedense mizah onu yoldan çıkmanın, aklını yitirmenin, türlü şaklabanlıkların sembolüne de dönüştürür ve kafasına huni takmış adam suretiyle çizer... Bu huninin muzip mahareti midir yoksa insan zekasının kendi kendini tatlı tatlı kaşıyıp gıdıklaması mıdır bilinmez. Ama her hal ve şartta, maddeden eşyaya giden, nesneyi şekillendiren insanın, şeyleri kendi özgür ve doğal hallerinden sıyırıp kendisine benzetmesi barbarlık hatta kötücül bir kabalık gibi gelir bana.

Mesela kendi halinde sevimli ve çok çağrışımlı bir eşya olan huni bir insan tipine benzediğinde, daha doğrusu o kişi bir insan gibi davranmayıp huninin görevine göz dikip sahtece nesneleşip hunileştiğinde, yerinden edilen sadece eşyanın varlık hakkı ve doğası değil aynı zamanda insanın da varlık hakkı ve tabiatıdır. Huni tabiatına bürünen bu tür adamlar deve kuşu gibi başlarını kuma gömerler başkalarının fikrini kendi fikirleri başkalarının iktidarı kendi mülkleriymiş gibi sahaya inerler, tırnakları uzatıp orayı burayı çizmeye başlarlar.

İnsana duyduğumuz saygıdan olacak yine de böylesi tipleri doğrudan doğruya kulaklı ve burnu uzun bir huni gibi çizmeyiz de başlarına huni geçirilmiş geçici ve affedilebilir varlıklar olarak görürüz. Bunlardan bir iki tane her zaman ve her yerde bulunur. Hatta bulunmasında toplum sağlığı açısından gerek de vardır. Ne var ki bu şaka gibi bir salgına, gerçeğin yerine göz diken bir hokkabazlık ve kalabalıkla örülmüş güç gösterisine dönüştüğünde ne o çocukluğunuzda seyretmeye doyamadığınız ustanın masum mahareti kalır ne de mizahın zeka ipinde yürüyüşü. Kalan huninin tuhaf ve geri kazanılamazmış gibi gözüken yuvarlanışıdır acınası insan suretinde.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.