Dedem Akif’in başı yalnızca secdede eğilmişti

Kimliğimizin oluşmasında büyük etkileri olan insanların yaşam hikayeleri de eserlerinin bir parçası. Mehmet Âkif gibi şiiri hak ve adalet duygusundan, dünyevi çıkarlar karşısında eğilmeyen karakterinden doğan bir şairi torunundan dinlemek nasip oldu. Üsküdar Balaban Tekkesi’nde Anadolu Yazarlar Birliği’nin düzenlediği buluşmayı başkan Yusuf Tosun yönetti. Bu nadide gecede bir araya geldiğimiz Selma Argon, şairin Suat hanımdan olan kızı. Selma hanım Erenköy Kız Lisesini bitirdikten sonra, kendisini dedesinin yaşamını tetkike, tarih ve edebiyat okumalarına adamış. 2010 Mehmet Âkif yılı ilan edilince de dedesini anlattığı seri konferanslarına başlamış. Dedesi gibi baytar olan babasının işi vesilesiyle Tatvan’dan Trabzon’a nice şehirlerde yaşayarak geçen çocukluğu sayesinde Anadolu’yu tanıma fırsatı bulan Argon, böylelikle dedesinin milletle ilgili hissiyatına daha derinden nüfuz etmiş.

Şairin babası okumak için Arnavutluktan İstanbul’a gelip burada kalan Tahir Efendi. Oğluna ilk Kur’an derslerini veren, yabancı dillerinin temelini atan bir kişi olarak müspet ilimler okumasını, bir bakıma asrın idrakini yakalamasını istemiş. Fakat Âkif daha ondört yaşındayken babasını kaybedince annesine ve kız kardeşine bakabilmek için baytarlık okumaya karar verir. İş garantisi için tercih ettiği bu meslekte yıllarca çalışır. Hayvanlara şifa dağıtmak onların masumiyetiyle sessizliğiyle hemhal olmak bir şaire ne kadar yakışıyor.

Selma hanım dedesini çalkantılı çöküş döneminin mütefekkiri olarak tanımlamakta haklı. Zamanın fikir adamları Osmanlının dağılışındaki savaşları, kırımları, işgalleri, zoraki garbî dönüşümü ta içlerinde yaşadılar. Âkif zamanın ruhuna uygun biçimde Arapça Farsça ve Fransızca bilmekteydi, şimdiki gibi kısır değildi ortam, bir entelektüel için bunun aksi düşünülemezdi bile. Batıdan gelen yeni medeniyet dalgasını Doğu’nun iddiasını orada olanlara dört başı mamur vakıf olmadan nasıl süzgeçten geçirebilirsiniz ki? Berlin Hatıraları kitabının anlaşmasının yapıldığını, yakında yayınlanacağını açıkladı Selma hanım. Ne güzel haber. Birinci Dünya Savaşı’nın başlarında Almanya kafa karışıklığı yaratmak, savaşın seyrini değiştirmek ve Müslümanlara hoş görünmek için Wünsdorf’ta “Müslüman Savaş Esirleri Kampı” açmıştı. Başta Osmanlı Devleti olmak üzere birçok ülkeden savaş esirinin olduğu kampı denetlemek ve İslam Birliğini güçlendirmek üzere Osmanlı hükümetinin gönderdiği heyetin içinde şairimiz de vardı. Orada inşa edilen camide unutulmaz vaazlar verdiği biliniyor. Ahmet Haşim’in Frankfurt Seyahatnamesi gibi Berlin Hatıraları da çok ilgi çekecektir. Şimdiki zamanın fikri hayatı Osmanlı aydınının Avrupa izlenimlerindeki çeşitliliğin yansıması hala. Rıfaa Rafî El Tahtavî’nin Paris Gözlemleri’nden itibaren nice hatıralar yayınlandı.

Baytarlık okumasına rağmen kendini geliştirmenin azim yolunda edindiği ilmi, irfani boyutta olan şair, Konya Çankırı gibi şehirlerde de vaazlar verdi. Özellikle uzun süre devam eden Kastamonu Nasrullah Camiindeki konuşmaları çok önemlidir. Halkın derin teveccühünü kazanan, etkili, belâgatıyla meşhur, kendi yaşamıyla da müsemma vaazlar.

Çanakkale Savaşı şair Hicaz yolculuğunda iken son buldu. Necid çöllerinde oldukça köhne bir tren istasyonunda kalırken Çanakkale’nin geçilemediği, düşmanın geri çekildiğini haberini alması. İzbe bir yere çekilip eda ettiği şükür namazının ardından, o büyük şiiri bir gecede kaleme alışını anlattı Selma hanım. Dedem bir yere giderken bizi teyzemin eşi Ömer Rıza Doğrul’a emanet ederdi diyor. Dayısı Emin beyi de cephelere götürür gerekirse oğlumla birlikte şehit oluruz dermiş. Milletvekili olduktan sonra kaldığı yer Ankara’da Taceddin Dergahı. Hacettepe üniversitesine kaydığımı yaptırıp okulumu gezmeye geldiğim gün tanışmıştım bu harap mekanla; camları kırılmış, paslı bir kandil, birkaç sandalye. Sonradan restore edilerek üniversitenin sınırları içinde eşsiz ve mütevazı bir anma yeri oldu.

Konuşmalarından birinde tanıştığı bir akademisyenin hatırasını anlattı Selma hanım. Beyefendi Hacettepe’yi kazanıp okumaya gelince ucuz bir ev aramış kalmak için. Eski bir binanın ikinci katındaki küçük dairenin duvarında Arap harfleriyle yazılmış yazıyı sökmeye çalışınca İstiklal marşının bazı bölümleri olduğunu görmüş. Akif’in el yazısı olduğunu, orada kalmış olabileceğini hissedip Rektöre durumu anlattıysa da kimse ilgilenmemiş ve kısa zaman sonra ev yıkılıp yeniden yapılmış. Duvar da anılar da itmiş tabii. Mehmet Âkif’in Batılılaşma sürecine şerhler düşmesi hasebiyle adı konmadan hain ilan edildiğini anlattı Selma hanım. Mısır’a sürgün gidip ailesiyle çok zor günler geçirdiği malum. İstanbul’a döndüğünde de peşine hafiyeler takılması çok incitmişti şairi. Bu esnada İstiklal marşı yazılması için yarışma açılmış, nice ünlü şairler şiirlerini yollamıştı. Aranan şiir bulunamayınca Akif’e rica edildi. Mali yönden en kötü günlerini yaşadığı bir zamanda ödül olarak verilecek beşyüz altından vazgeçilmesini şart koşmuştu. Yakın arkadaşı Neyzen Tevfik’in kardeşiyle aynı paltoyu giydikleri bir dönem. Parayı alsan ne güzel birer palto alırdık diye sitem edilmesi. Şubat 1921’de Bu ruhla ve karakterle yazıldı İstiklal Marşı. Topal Osman tarafından öldürülen mebus Ali Şükrü bey için çok gözyaşı dökmüş. Annem Suat hanım dedemizi hiç bu kadar ağlarken görmediğini anlatırdı diyor Selma hanım. Suat hanıma yokluk içinde bile keman ve resim dersleri aldırmış kızların iyi yetişmesini çok önemsemiş. Suat hanım vefatına kadar yağlı boya tablolar yapmış.

Kur’an tercümesine(mealine) gelince, Türkçe ezan, namazı Türkçe surelerle kılma gibi fikirler ortada gezindiğinden istismar edilir endişesiyle yazıp bitirdiği halde teslim etmemiş. Yarım bırakılmış değil tamamını yazmıştır dedem diyor Selma hanım. Kimi çevrelerin onu irtica ile kodlama çabaları, dinin aşağılanmasına karşı durduğu için. Yoksa Müslüman toplumlardaki hatalara en ağır eleştiriler yine Âkif’ten gelmiştir.

Şiirleri kadar muazzam bir mirası daha var, sözüne güvenilir olmak, vaadinde durmak. Arkadaşı Hasan Tahsin beyle başımıza bir şey gelirse sağ kalan ötekinin ailesine bakacak diye sözleşmişler. Arkadaşının vefatı üzerine beş çocuğunu alıp büyüterek sözünü yerine getirmesi şahsiyetinin kıymetli bir alameti farikası. Söz verip riayet etmeyenlere kıymet vermemesi hatırımızdan çıkmamalı.

Hastalığı ve Mısır Apartmanında geçen son zamanları. Hayattayken başlamıştı yeni bir istiklal marşı yazılsın tartışmaları. Marşımızı Arnavut mu yazacak bahanesi. O ise hasta yatağında bunu duyunca Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın diyordu, amin diyoruz bu güzel insanın ardından.

Cenazesi hiç kimseye haber verilmeden, devletten bir kişi katılmadan defne götürülmek üzere kimsesiz biri gibi Beyazıt’ta bir taşın üstünde bekletilirken, tesadüf oradan geçen Reşat Nuri görüp tanık olmuş duruma. Selma hanımın heyecanla naklettiği ise şu oldu; İstanbul Üniversitesinde ders veren bir Ermeni hoca duruma vakıf olunca, öğrencilerine koşun bugün ders günü değildir demiş. Hep birlikte koşarak cenazeyi sırtlayıp Edirnekapı mezarlığına kadar taşımışlar naaşını. Katılanlara soruşturma açılmış hatta. Sözün bittiği yer. Allahın rahmeti üzerine olsun.

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum