Baba Bush, Refik Amca, Tansiyoncu Veli...

Bir “Refik Amca” vardı.

Meteoroloji mühendisi, kitap kurdu yaşlı bir “Marmaratör.”

Fransızca uzmanıydı. Tanpınar’ın, Dranas’ın, Tarancı›nın bazı şiirleri okunduğunda anlamlı bir ifadeyle tebessüm ederdi. Zira bu mısraların Fransızcadaki benzerleri hafızasında idi.

Kitap hediye etmeyi pek severdi. Sahhaf raflarını tarar, bir kitap seçer, içimizden birine uzatırdı: “Bu kitap sana yarar.”

Sıradan gibi görünse de bu tasavvufi kitapların satır aralarında bir şeyler gizliydi sanki. Belki de bize öyle gelirdi.

***

80’li yılların ortaları... Çınaraltı›nda sohbetteyiz. Bestekâr dostlarımızdan biri Yunus Emre’nin bir dizesini yorumlamakta.

“Göçtü kervan kaldık dağlar başında...

Refik Amca hüzünlü bir ifadeyle mırıldandı:

“Aslında bu dünya gurbetinde hepimiz yalnız haldeyiz, yapayalnız.”

Necip Fazıl’dan bir dize okudu: “Bütün insanlığı dövsen havanda/ Zerre zerre herkes yine yalınız.”

Sonra Pascal’la devam etti. “Her fert yalnız ölür.”

Kendimizden geçmiş gibi dinlemekte idik...derken bir mırıltı çalındı kulağımıza:

“Tansiyon... Tansiyon... Tansiyon...”

Refik Amca sohbeti kesti. Cüzdanına uzanarak: “Tam zamanında geldin Veli” dedi, “bak bakalım şu tansiyonuma.”

Bakışlar Veli’ye çevrildi. 60 yaşlarında, karakuru bir adam. Elinde ekranı kırık, göstergesi nâmevcut bir tansiyon cihazı.

***

Zihinsel engelli Tansiyoncu Veli’yle böylece tanış oldum. Bayezıt Kütüphanesi›nin önündeki bitpazarında dolaşarak mırıldanıp durdu yıllarca. «Tansiyon... Tansiyon...”

***

O yıllardaki uğrak yerlerimizden biri de Süleymaniye Külliyesi civarındaki bir çay ocağıydı. Tansiyoncu Veli, külliyenin öte yanındaki metruk bir binadan çıkar, Bayezıt’a doğru yol alırdı.

***

1991 yılı... Sıcak bir temmuz günü... Yine çay ocağındayız. Birden bir kargaşa koptu. Az sonra anladık nedenini. ABD Başkanı George W. Bush Süleymaniye Camii’ni ziyaret etmek üzereydi.

Bu sırada tansiyoncu çıkıverdi köşeden. Herşeyden habersiz. Birden, sivil giyimli birileri tarafından ite kaka sürüklenip bir kenara fırlatıldı. Tansiyon cihazı bir yana kendi bir yana.

Olup bitene bir anlam veremediği belliydi. Köşebaşını tutan sokak zorbalarının kendine saldırdığını düşünmüş gibi görünüyordu. Nitekim o günden sonra güzergâh değiştirdi. Aşağıdaki caddeyi kullanmaya başladı.

***

Aradan birkaç ay geçti. Baba Bush’un savaş gemileri Körfez’e doğru yol alıyordu.

Tansiyoncu Veli, yeni güzergâhında, el yordamıyla Bayezıt’a doğru yol almaya çalışıyordu.

Baba Bush Orta Doğu petrollerinin peşindeydi. Tansiyoncu, rızkının peşinde.

Bir kaç hafta sonra, Veli’nin hayat serüveni hazin bir trafik kazası sonucu noktalandı...bir türlü alışamadığı yeni güzergâhında.

Geriye, parçalanmış, eski bir tansiyon cihazı bıraktı... Kimsesizler mezarlığına atıldı.

Dönemin “Sezar”ı baba Bush ise şimdilerde ağır sağlık sorunlarıyla boğuşuyor... hayata veda ettiğinde, diğer selefleri gibi, tüm dünya televizyonlarının canlı olarak yayınlayacağı görkemli törenlerle toprağa verilecek. Geriye harabeye dönmüş bir Orta Doğu coğrafyası, kan, gözyaşı ve telâfisi imkânsız acılar bırakarak.

***

Veli’nin akıbeti pek etkilemişti Refik Amcayı.

“Veli yalnız öldü” dedi, “yapayalnız. Tüm görkemli törenlere rağmen Bush da yapayalnız ölecek. Doğrusu ben, bizim tansiyoncu gibi ölmeyi tercih ederdim.”

***

Ne zaman Süleymaniye’ye yolum düşse Baba Bush canlanır gözümde. Onunla aynı kareye girebilmek için birbirini tepeleyen zevat canlanır.

... Sonra, tepelenip bir köşeye atılan Veli gelir aklıma... Merhum Refik Amca gelir, göçüp giden diğer dostlar gelir... “Yalnızlık” mefhumu gelir.

Göçtü kervan kaldık dağlar başında.”

YORUMLAR (17)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
17 Yorum