Gönül Kalktı Yola Düştü Bu Gece

Gönül kalktı yola düştü bu gece.”

Merhum Abdürrahim Karakoç’un bu dizesi ne de anlamlı.

Özellikle de böyle gecelerde.

İstanbul sokakları Ramazan gecelerinde bir başka âlem.

Bir başka dünya.

Mahyalar... Ezan sesleri... İnsanlar... İnsanlar...

Birden, yıllar önce kaleme alınmış dizeler dökülüyor dudaklarımdan.

“Rabbim, şuracıkta sen bari gözlerimi yum!

Sen, bana en son kalan, ben senin en son kulun;

Bu akşam, artık seni anmayan İstanbul’un

Bomboş bir camiinde uyumak istiyorum.”

Ziya Osman Saba bu dizeleri nasıl bir atmosferde yazdı?

Cevap, edebiyat tarihçilerinde.

Ama İstanbul artık bir başka... Ezanlar, selâlar... Mahyalar...

Camiler gitgide doluyor.

Doluyor da... Bazı değerlerimizin içi azar azar boşalıyor mu, ne?

***

“Gönül kalktı yola düştü bu gece...”

Sulanahmet’ten Ayasofya’ya doğru yürüyorum.

İki görkemli mabetten karşılıklı ezan sesi yükseliyor.

Bir hatıra canlanıyor hayalimde.

Yirmi yıl kadar önceye gidiyorum. Ayasofya’da yeni yeni ezan okunmaya başlamış... Özel olarak seçilmiş müezzinlerin sesleri, yorumları gerçekten harika!

Semt sakinlerinden bir esnaf bu muhteşem ezanları duyunca yüksek sesle şükrediyor:

“Ne kadar talihliyiz. Ayasofya’da ezan okunduğu günleri de gördük.”

Zaman geçiyor... Her nasılsa müteahhitliğe başladı hazret. Ezansız rezidanslar inşa etmeye başlıyor... Ve bu sitelerden birine taşınıyor!

***

“Gönül kalktı yola düştü bu gece...”

Divanyolu Caddesi’ndeyim. Önüme bir mezarlık çıkıyor.

Bu civardaki gözü yaşlı bir din görevlisi geliyor aklıma. Kaç kez gördüm onu bu mezarlığın önünde dua ederken. Gözleri yaşlı.

Zamanla nasıl da değişti o gözü gönlü tok adam. Şimdilerde bütün dünyası, İstanbul civarındaki arsaları yok fiyatına ele geçirmek. Elinde, her daim tıka basa tapularla dolu bir çanta. Her fırsatta keyifle okşayıp saydığı tapuların arasında bir de mezarlık arsası.

“Bu mezarlığın tapusu bana ait” deyip duruyor, “Mahkemeye verdim. Ya mezarlığı bana devreder ya da muadili bir arsa verirler.”

Gözlerinde artık yaş değil, hırs parlıyor.

***

“Gönül kalktı yola düştü bu gece...”

Bayezıt’a düşüyor yolum. Işıl ışıl mahyalar... Dînî Yayınlar Fuarı’nda iğne atsan yere düşmüyor.

Fakat o da nesi? Sergilenen kutsal neşriyatların üzerine iğreti kağıtlar asılı. Mahmutpaşa işportacıları misali indirim ilanları!

Çocukluk günlerim geliyor hatırıma. O yıllarda dînî neşriyat olarak yalnızca Mızraklı İlmihal vardı. Cami avlusunun bir köşesinde, öksüz çocuklar misali soluk bir kitapçık.

“Hediyesi” elli kuruştu...

“Hediyesi”... Ne güzel, ne anlamlı kelimeydi o!.. Nasıl da unutuverdik!’

***

“Gönül kalktı yola düştü bu gece...”

Önüme devasa bir otel çıkıyor.

Vitrindeki ilana takılıyor gözüm. “Fasıl eşliğinde iftar ziyâfeti.”

Birden çocukluk günlerime dönüyorum yine.

Sivas’ın Dikilitaş Mahallesi... Çıkmaz sokağın başındaki çeşme canlanıyor gözümde... Çeşmenin başında yoksul su sakası Ethem Emmi.

Top atılıyor. Ethem Emmi, dudaklarını çeşmeye götürüp orucunu açıyor.

Kuru ekmekle, peynirden oluşan iftar “menüsü”nden birer lokma alıp gönül dolusu şükrediyor.

***

Tekrar günümüze dönüyorum.

Gayriihtiyari, dudaklarımdan bir mahya vecizesi dökülüyor:

“Ey oruç, tut bizi.”

YORUMLAR (26)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
26 Yorum