Sahaflar, Kediler ve Kahve Kokusu

Yıl, 1990.

Yazarlar Birliği’nde olağan bir hafta sonu akşamı.

Domates, biber, peynir ve ekmekten oluşan anânevî “Hilmi Ağabey Sofrası”.

Edebiyatçılar, mütefekkirler, gazeteciler, politikacılar, öğrenciler masa masa sohbette.

Köşedeki masada elli yaşlarında bir yabancı. Tek başına oturmakta. Kendi dünyasında, münzevî. Selahattin Batu’nun dizelerini çağrıştıran, saygı telkin edici bir sükût içinde.

“O büyük kuşlar ki susarlar, / Dalıp sükût eden derine / O büyük kuşlar ki susarlar sonsuz / Çekilip içlerine.”

***

Sıradışı konuğumuz, bir ara dikkat kesilir gibi kısıyor gözlerini. Sonra yavaşça ayağa kalkıyor.

“Beyler!” diyor yüksek sesle.

İlmî sohbetler, vatan kurtarma seansları bir anda kesiliyor. Yabancı, bir şeyler söylecek herhalde. Veya mühim bir şey nakledecek. Bir hikmet, vecize...

“Beyler, karşıdaki iş hanından gelen sesi duyuyor musunuz? “

Bakışlar merakla karşıdaki binaya çevriliyor. Ses mes yok!

Beriki devam ediyor:

“Bir kedi yavrusunun sesi! Duyuyor musunuz? Mahsur kalmış. Yarın tatil, iş hanı kapalı. Bu hayvancık aç susuz kalacak. Bir şeyler yapmalı.”

***

O akşam tanış olduk bu sıradışı yabancıyla.

Sahaf imiş.

Akıp giden yıllarla birlikte dostluğumuz da ilerledi. Cumartesi akşamları Süleymaniye’deki mekanımızın müdavimleri arasında yer almaya başladı. Yine her zamanki gibiydi. Katılmazdı sohbetlere. Ama arada bir dâvudî sesiyle devreye girer, kendi şiirlerinden oluşan bestelerini seslendirirdi. Bu birkaç dakikalık mûsikî ziyâfeti bir başka dünyaya götürürdü dostları. Biraz Yunus’un, biraz Mevlâna’nın dünyasına.

***

Şiiri, orta kahveyi pek severdi.

Kadıköy’ deki küçücük dükkânı kahve kokardı hep. İspirto ocağında özenle demlediği kahveler yudumlanırken merhum Ayhan Altınkuşlar’ın dizelerini mırıldanırdı. Arûz vezniyle ve bambaşka bir âhenkle:

“Türlü türlü derd için vardır şifâsı kahvenin / Hem sezâdır ki yapılsa bin senâsı kahvenin.”

***

Kurtardığı o kedi yavrusunu da pek severdi.

Hasır taburenin üstünde, kuyruğunu yakalamak için dönüp duran kediciği seyrederken, Üstad’ı yâdederdi mânidar bir ifâdeyle.

“Kuyruğu etrafında dönen kedi hayrette, / Âlim ki, hayreti yok, ne boş yere gayrette.”

***

Cömertti, halden anlardı.

Bir gün bir adam çıkageldi. Yoksul görünümlü yaşlı bir zat. Sahafımız, yanı başındaki çekmeceden bir kitap çıkarıp uzattı adamcağıza:

“Aradığınız kitabı tedârik edemedim, ama bu işinizi görür herhalde.”

Yaşlı adam, deri kaplı kitabı sallamaya başladı. Pörsümüş sayfaların arasındaki yüz liralık bir banknotu kimseye sezdirmemeye çalışarak aldı. “Aradığım kitap bu değil” dedi. Teşekkür ederek uzaklaştı.

Kahve ve kedi tutkusu gibi, bu ilginç yardım metodunun da bir sahhaf geleneği olduğunu bu suretle öğrenmiş oldum.

***

Bir ikindi vakti Kadıköy’deki mekanına uğradım yine. Kapalıydı.

“Öldü” dediler.

***

“Son Sahaf” yok artık.

Kediciği de.

Kitap yığınları arasında yine kayboluyor, tozlu raflarda yine maziyi kurcalıyoruz belki. Ayakkabı kutularına doldurulmuş kartpostalları, mektupları karıştırmanın keyfini yine yaşıyoruz; aradığımız kitabı bulduğumuzda yine heyecanlanıyoruz belki.

Ama eskisi gibi değil.

***

Sirkeci’ den geçiyordum birkaç saat kadar önce. Kurukahveci Mehmet Efendi’nin önünden. Havada kahve kokusu. Gayriihtiyâri mırıldandığımı farkettim.

“Kırk kadem yoldan dahi duysam beni bir hoş eder/ Kavrulurken, çevrilirken râyihası kahvenin.”

Birden “Son Sahaf” geliverdi aklıma. Az ötedeki çay bahçesine yöneldim. Bir kahve söyledim ve okuduğunuz satırları yazmaya başladım.

Kahvenin tadı da pek eskisi gibi değil mi, ne?

YORUMLAR (30)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
30 Yorum