Benim cevabım Sezai Karakoç

Geçen Pazar günü şöyle bir cümle sarf ettim:

“Türk şiirinin en büyük şairi kimdir sorusuna benim kendim için verdiğim cevap Sezai Karakoç’tur.”

Cümle alemin derdi depreşti.

Olur böyle şeyler.

Yadırgamam tenkitleri. Tek tük rastladığım abuk sabuk lafları da yadırgamam.

Herkes benimle hemfikir olmak zorunda değil ve benim dünyada hoşuma giden şeylerden biri insanların değişik değişik düşünmeleri.

Bu sütuna yolu seyrek uğrayanlar için tavzih etmem gereken bir husus olduğunu düşünüyorum.

Bazı arkadaşlar, başka bir takım şairleri öne sürerek, onları görmediğime kanaat getirmişler.

‘Türk şiirinin en büyük şairi kimdir’ sorusunun muhakkak birden fazla cevabı var.

Ben, kendi cevabımı söyledim.

Herkes kendi cevabını söyleyebilir.

Sorunun makul cevaplarından biri Yahya Kemal’dir mesela.

Mehmet Akif, keza öyledir.

En yaygın cevaplardan biri Nazım Hikmet’tir.

Elbette, Üstat Necip Fazıl da doğru cevaptır.

Bizim bir fikir olarak, bir nesil olarak ortaya çıkışımızda emeği herkesten ziyadedir.

Bizler için ‘ciğerinden kalemine kan çekmiş’tir.

Şiiri muhteşemdir.

Birisi, ‘en büyüğü Necip Fazıl’dır dese itiraz etmem.

Attila İlhan’ı da kimse yabana atamaz.

İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu...

Plak listeleri gibi, şair listesi yapmıyorum burada. Bir silsile-i meratip de gözetmiyorum.

Benim bilmediklerim, rastlamadıklarım da vardır.

Şu anda adını andığım şairlerin hepsiyle ilgili az veya çok yazdım bu sütunda.

Allah izin verirse yazmadıklarımı da yazacağım.

Ben, ‘Sezai Karakoç’ derken, kendi cevabımı verdim. Başkasının verdiği cevaba karışmam.

Uzattım lafı. Hemen şiire döneyim. ‘Lili’ye...

“Bu kuklaların kukla olmadığı besbelli

Ne söyledilerse tıpıtıpına gerçek besbelli

Altın saçlarını yana atışı yok mu Lili’nin

Lili’nin yağdan kıl çekercesine inanışı

Lili’nin yağdan kıl çekercesine yaşayışı yok mu

Kuklalar titremesin ne yapsın”

‘Fena fi’l ideoloji’ydik o zamanlar.

Lili’nin ‘altın saçlarını yana atışı’ çok hoştu ama, biz daha çok ‘Lili’nin yağdan kıl çekercesine inanışı’na, ‘yağdan kıl çekercesine yaşayışı’na mâildik.

‘Yu’ll fall in love with Lili’yi bilemezdik, ne de ‘Leslie Caron’u. Bilmemize lüzum da yoktu. Lili kendi başına şiirdi ve ruhumuza hitap ediyordu.

“Benim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma

Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim.

Bir tek köşen bile ayrılmamışken bana

Var olan ve olacak olan bütün köşelerinin sahibi benim.” (Köşe.)

Bu mısraları belki yüz kere hem de büyük bir hazla terennüm etmişizdir. (Hikayesi benimkine yakın olanları kastettiğim için birinci çoğul şahıs.)

İlk okuyuşumda da, bugünkü okuyuşumda da, buradaki ‘zalim’in bir nevi ‘mecaz’ olduğunu düşünürüm.

‘Zalim’ kelimesi, bu şiirde zalim duruyor’ dediğimizde yüklediğimiz müspet anlam gibi...

Bizim neslin ‘milli içki’si çaydır.

Limonatayı, ayranı, gazozu severiz ama, o yıllarda sabahlara ulaşan uzun gecelerimizin yoldaşı çaydır.

O çayı, Sezai Karakoç’un şiirinde bulduk.

“Bizim içtiğimiz çay da çaydır

Çarpık dudaklı ezik gözlü allı mavili çaylar

Dans eden bir kadının ayak bilekleri gibidir

Judi Garland gibi çay”

Bildiğim, tattığım en leziz çay, Sezai Karakoç’un şiirindeki çaydır.

Şimdi hemen, Üstad’ın ‘Zindandan Mehmet’e Mektup’taki çayını hatırladım.

“Çaycı getir ilaç kokulu çaydan.”

Başımı önüme eğdim.

Üstad’ın ‘ilaç kokulu çay’ının üzerimizdeki hakkı çok kıymetlidir ve kıyamete kadar bakidir.

Gördüğünüz gibi, diyeceklerim bitmedi.

YORUMLAR (17)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
17 Yorum