Eski zamanların köşe yazıları

Eskiden gazete yoktu. Gelecekte de gazetenin olmayacağı söyleniyor.

Gazeteciler endişe etmesin. Gazete kalksa da gazetecilik devam edecek.

Ama dedikodu vardı. Müslim, gayrımüslim, hepimiz, namazı orucu ihmal ettiysek de, dedikoduyu ihmal etmedik.

Dedikoduya sevap yazılsaydı, cümlemiz felaha ermiştik.

Üçkağıtçılığın, kumpasın, gammazlığın zamane icadı olduğunu sakın düşünmeyin. Eskiden de vardı.

Elbet, yenileri icat ediliyor. İnovasyon, teknolojide, ilimde aklımıza gelmiyorsa da, ‘puşt’lukta mütemadiyen terakki halindeyiz.

Gazete yokken, köşe yazısı da yoktu doğal olarak.

Fakat, köşe yazısı işlevi gören özel bir şiir formu mevcuttu.

Bu şiirler saray sosyetesinin köşe yazısı ihtiyacını karşılıyordu. (Merak etmeyin, aynı vazife bugün ifa ediliyor.)

Ne diyoruz bu şiir ‘form’una?

Hiciv.

Çoğu zaman –şimdikiler gibi kaba, seviyesiz değil- zarif, zeka mahsulü şeyler olurdu bu ‘hiciv’ler.

Mesela, Şeyhülislam Yahya, Nef’i’ye nazikçe sataşıyor.

“Şimdi hayli sühanveran içre

Nef’i manendi var mı bir şair

Sözleri seb’a-i muallakadır

İmru’l Kays kendidir kafir”

Malum, biz ‘kafir’ kelimesini dostane bir şekilde, övgü için de kullanırız. Ama Şeyhülislam’ın mısraında övgü kılığında menfi bir ima var.

Nef’i zeki adam. Dili, eski zaman kılıçları gibi. Müftü efendinin iltifatını hak ediyor. Fakat, içindeki imayı da seziyor ve zarif bir şiirle mukabele ediyor.

“Müfti Efendi bize kafir demiş

Tutalım ben ana diyem müselman

Yarın vardukta ruz-i cezaya

İkimiz de çıkarız anda yalan.”

Bizim lise edebiyat müfredatında, Nef’i bahsinde bu şiirler işleniyordu. Şimdi işleniyor mu bilmiyorum.

Şu atışma hikayesi de vardı aynı derste:

‘Tahir’ adında biri (belki saray efradından?) Nef’i’ye ‘kelp’ demiş.

Kelp, Türkçe de de kullanılıyor, köpek.

Nef’i’nin cevabı şöyle:

“Tahir Efendi bize ‘kelp’ demiş

İltifatı bu sözde zahirdir

Maliki mezhebim benim zira

İtikadımca kelp tahirdir.” (Tahir: Temiz.)

Ben, Nef’i’yi bilhassa bu meşhur hiciv örnekleri sebebiyle şu sütunda yad etme ihtiyacı duydum.

Hicve ilaveten, herkes gibi bizim de, Nef’i’nin kasidedeki ustalığını teslim etmemiz gerekir.

Yerden fışkıran, semadan üstümüze yağan ‘nevbahar’ı Nef’i kadar başka kim anlatabilir?

“Esdi nesim-i Nevbahar açıldı güller subh-dem” diye başlayan şahane kasidenin ritmi, belki hiçbir şiirde yoktur.

‘Tuti-i mucize-guyam ne desem laf değil

Çerh ile söyleşemem ayinesi saf değil’ de Nef’i’nin gazelidir.

Malum, musıkimizin piri Itri tarafından bestelenmiştir.

Dönelim yine hicve. Nef’i’nin Siham-ı Kaza’sına...

Her beyiti, her şiiri ‘şairane’ sayılmaz Siham-ı Kaza’nın. Yer yer kaba-saba. Küfürlü.

Sultan 4. Murat’a söz vermiş Nef’i, hiciv yazmayacağına dair.

Sözünü tutamamış.

Siham-ı Kaza’da, zamanın veziri Rüstem Paşa’ya ve başka devlet ricaline vermiş veriştirmiş.

Sultan Siham-ı Kaza’yı okurken yakınlara yıldırım düşmüş.

Muhtemelen Rüstem Paşa’nın da ısrarlarıyla, Nef’i sarayın odunluğunda boğularak öldürülmüş.

Bir şair, Siham-ı Kaza okunurken düşen yıldırıma atıfta bulunarak, “Gökten nazire indi Siham-ı Kaza’sına/Nef’i diliyle uğradı Hakk’ın belasına” beytini söylemiş.

Rüstem Paşa’nın rakibi olan bir başka paşanın, Nef’i’yi Rüstem Paşa’yı hicve azmettirdiğini, sonra da Nef’i’ye sahip çıkmadığını bir yerde okumuştum. Başka rivayetler de var.

Nef’i olmasaydı, şiirimiz çok eksik olurdu.

Çekemeyenleri de çoktu Nef’i’nin.

Nef’i’nin idamından sonra bir şairin Farsça olarak ‘Katleş beçar mezheb vacib çü katl-i ef’i’ (Nef’i’nin katli, yılanın katli gibi, dört mezhepte vaciptir) mısraını yazması, herhalde şiirin yüzkarasıdır.

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum