Mücadele ettiğin şeye dönüşmek

Bugün uzun zamandır görüşmediğimiz eski bir dostum beni aradı. Biraz hasbihal ettik.

70’lere uzanır mı bilmiyorum, ama 1980’lere uzanır dostluğumuz.

Şimdi adını ansam, bir sürü spekülasyon olur.

Dedi ki, sohbetimiz arasında, “Diyelim, bize yasaklanmış bir meyve var. Burada yetişmeyen bir meyve. Biz o meyveyi yemiyoruz. Çünkü yok. Şimdi, o meyveden yeme imkanına sahip olmadığımız için, o meyveyi yememekle iftihar edebilir miyiz?”

“Bizim imtihanımız kolaydı eskiden. Elimizde bir şey yoktu. Biz, Allah’tan bizi büyük şeylerle imtihan etmesini istedik. Parayla, güçle, makamla, kadınla, iktidarla... Allah da bize istediğimiz imtihanı verdi. Sonunda, zorla talep ettiğimiz imtihanı kaybettik.”

***

Hatırladım, başımızdan geçmemiş, dolayısıyla muvaffak olmadığımız bir imtihan hakkında, hatta başkasının kaybettiği bir imtihan hakkında ileri geri konuşmaktan bile sakındığımız zamanları.

“Yaptığımız işleri söylemedik, reklamını yapmadık. Yanlış mı yaptık acaba?” diye sordu.

“Allah rızası için yaptığın şeyin reklamını yapmana lüzum yok” dedim. “Allah görür. Ama rızayı başkasından bekleyenin reklam yapması lazım.”

Son zamanlarda, bizim insanlarımızın arasında böyle özeleştiri konuşmalarının yaygınlaştığını görüyorum.

Eğer bu özeleştiriler davranışlarımıza yansırsa, iyiye alamettir.

Yoksa, gide gide, sevmediğimiz, kaçtığımız, sakındığımız şeylere dönüşmek gibi bir afetle karşı karşıya geliriz.

Yoksa geldik mi?

Geldik diyenler var.

Haklı da olabilirler.

İnsanların, sakındıkları, nefret ettikleri hatta mücadele ettikleri şeylere dönüşmesi tuhaf bir süreç.
Sakındığın şeye söve söve, sakındığın şeyin evsafına bürünüyorsun.

Önümüzdeki en canlı örnek, FETÖ.

Malum, yalan söylemek caiz, FETÖ doktrininde.

Bir menfaat elde etmek için birisine iftira atabiliyorsun.

Siyasetteki veya bürokrasideki bir rakibini ekarte edebilmek için rakibin hakkında suç üretebiliyorsun.
Eh, yargı FETÖ’nün elinde o zamanlar. Adamcağız sıfırı tüketene kadar o mahkeme senin bu karakol benim, evirip çeviriyorsun.

Gazete arşivlerine bakın, böyle kıyamet gibi haber var.

Bu yöntem, normal şartlarda, bizim en cin fikirlilerin bile aklına gelmezdi.

Fakat, bir tecrübe oluştu.

Bir ‘görenek.’

İçimizde bu yönteme öykünen bir taife türedi.

Birisini harcamak mı istiyorsun?

Birisini ekarte mi etmek istiyorsun?

Siyasette, bürokraside, ticarette, hiç önemli değil.

Bir şaibe üretirsin.

En muteber şaibe, FETÖ şaibesi. Dilin kemiği mi var? Söyle gitsin.

Adamcağız temizlemeye kendisi uğraşsın.

Ürettiğin şaibenin aslı varmış yokmuş, hiç önemli değil.

***

Bazı mekanizmalar, bazı timler böyle işler için besleniyor, istihdam ediliyor.

Bu mekanizmaların tandansını umursamıyorum.

Soldan sağa, sağdan sola, aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya...

Kimin lehine veya kimin aleyhine yapılıyorsa, hiç fark etmez.

Adım adım, mücadele ettiğin şeye dönüşmek böyle oluyor herhalde.

Utanma?

Kaldı mı öyle bir hasletimiz?

Vebal?

Nasıl yani? Ne vebali?

Allahu Teala bunun hesabını bir gün bize sorarmış, sormazmış, o da önemli değil.

Allah sonra soracak. İstikbalde. Biz bugünü yaşıyoruz.

Allah sorduğu zaman çaresine bakarız.

Bu gibi fiillerin uhrevi sorumluluğunu tekeffül edecek ruhbanlar da türemiştir belki. Piyasa müsait.

Bu dünyadaki laf kalabalığı, çenebazlık, Ruz-i Cezada iş görür mü acaba?

Elbette, böyle şeylerden kaçınan, sözünün sorumluluğunu taşıyan insanlarımız mevcut. Onları tenzih ediyorum.

Ama maalesef, şu anlattıklarım da mevcut.

Allah şerlerinden korusun.

(Bu arada, geçen yazımda, hafızamın bana yaptığı küçük bir oyun sebebiyle, Tomris Uyar’ın yerine Füruzan yazdım. Mahcubum. Okurlarımdan ve bütün taraflardan özür dilerim.)

YORUMLAR (16)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
16 Yorum