‘Tarihin sonu’ ne zaman?

28 Şubat bin yıl sürecek.’ Biz zamanın Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun bu sözünü hiç unutmayız.

Bir Şaban Abi vardı, İlesam’a ara sıra gelirdi. Rahmetli Erbakan’la eskiye dayanan bir tanışıklıkları olduğunu söylerlerdi. Soyadını maalesef unuttum.

Teselli babından, derdi ki, “Biz Müslümanlar, sazlık kamışı gibiyiz. Rüzgar gelince yatarız, rüzgar kesilince yavaş yavaş doğruluruz.”

Bizim dik kafamız, çok hoşlanmıyordu böyle teselli cümlelerinden. Rüzgar gelince niye eğilelim?

Yine de, teselli teselliydi.

Bir subay arkadaşım, çok karamsardı. Askeriyedeki katı atmosfere bakarak, 28 Şubat’ta tasfiye edilen kadroların, siyasi geleneğin artık siyaset yapma imkanı kalmadığını söylüyordu.

Jakoben, suratsız, ceberut bir rejimle karşı karşıyaydık. İstiklal Marşı bile rahatsız ediyordu bu rejimi. Muhtemelen ‘Ezanlar’dan bahsettiği için, “Hakka tapan milletim” dediği için.

Burada durduralım tarihi.

Boşver Fukuyama’yı.

Bizim için ‘tarihin sonu’ değil miydi?

Kırmızı Kitap’a da girmiştik.

Merkez medyanın ekranlarındaki matruş ve gergin gazeteciler nasıl da gürbüz, nasıl da şehvetliydiler bize ait olan şeylere saldırırken.

TV stüdyolarındaki masalarda başörtülü çocukları, sakallı amcaları nasıl parçalıyordular.

Bitti mi tarih?

Fizik kanunları var. Ölçülebiliyor. Öngörülebiliyor. Kilogram çarpı metre. Enerjinin sakınımı kanunu. Suyun kaldırma kuvveti. Hava basıncı.

Bu kanunlar, bu formüller, insanların yüzyıllar süren çalışmaları ve tecrübeleri sonunda keşfedildi.

İnsanlar, insanın ve toplumların hal ve hareketlerinin kanunlarını da tespit etmeye çalıştı.

Taa Eski Yunan’dan beri, bir nevi determinizm vaz’eden filozoflar vardı.

Filozofların en materyalisti Marx bile, tarihin akışının krokisini çizdi.

Olmadı.

Fizikte, doğru sonuca ulaşmak için bütün şartları tespit etmeniz gerekir. Hava basıncı, sıcaklık, nem, sürtünme, yer çekimi... başka ne varsa.

Toplumların hangi hadiseye hangi tepkiyi vereceklerini belirlemek, fizikteki kadar kolay değil.

Tek bir insanın girdisi çıktısı bile o kadar çok ki... Toplumların, tepkimeye etki eden değişkenlerinin sayısı namütenahi.

Bu yüzden, kontrol edilemiyor.

Mesela, Kenan Evren, “Reyleri horoza verin” diyor. Horoz, seçimde nal topluyor.

O girdi-çıktıların çokluğu yüzünden, devam etmiyor işte 28 Şubat bin yıl.

Üstadımız Sezai Karakoç’un şiirindeki “Kaderin üstünde bir kader vardır” mısraı, herhalde böyle bir gerçeği de beyan ediyor.

Herkes müttefiktir ki, biz, memleket olarak, yeni bir dönemin eşiğindeyiz.

Hep birlikte, bir ‘kader’e doğru yürüyoruz.

Artık ‘sath-ı mail’ine girdiğimiz referandumdan bahsediyorum.

Bir istikbal hakkında, ‘evet’ ya da ‘hayır’ diyeceğiz.

Dedikten sonra, tarih bitmeyecek. Devam edecek.

Tarih, zaman bitince biter. ‘Kitabımız sağ veya sol elimize verilince.’

Referandumda ne olur?

Deminden beri yazdıklarım, bunu benim bilemeyeceğimin ikrarıdır.

Zann-ı galibim, netice ‘evet’ olacak. Bu, bir zan. İsterseniz tahmin deyin.

Ne olacağını düşünürken, gözümün önüne, meydanlarda gördüğüm temiz, masum, fedakar insanlar geliyor.

Dua eden, kafalarında iyilikten başka bir şey olmayan gençler ve ihtiyarlar, kadınlar ve erkekler.

Veya, 15 Temmuz’da tankları, topları, tüfekleri hiçe sayarak sokaklara, meydanlara dökülen insanlar.

Netice, onların gönlüne göre olsun.

Yakın gelecekte veya uzak gelecekte... Onların başı eğilmesin, boyunları bükülmesin. Mahcup olmasınlar.

Benim tuttuğum taraf, budur.

O temiz insanlarla müştereği olmayan tipleri bu temenniye dahil etmeme gerek yok.

Onlar, mahcup olursa olsun.

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum