‘Yüzü ak gitmek’ kolay değil

Ara sıra rastlardım, kitap fuarlarında, şiir gecelerinde, Divanyolu’nda Çemberlitaş’la Kubbealtı arasında kâh bir çatı altında, kâh kaldırımlarda.

Kıdemli bir şiir işçisi.

Hürmete layık bir adam.

Tevazuu halinden, lisanından okunuyor.

Birkaç selam ve birkaç kelamdan ibaret olan tanışıklığımız bende böyle bir izlenim bıraktı.

Bu köşeye ara sıra şairleri konuk ediyorum.

Bahattin Karakoç’u yazmamıştım.

Sağ iken yazmak isterdim. Kısmet değilmiş.

Bari, Rahmet diler gibi, Rahmete gidince yazayım.

Benim haşır neşir olduğum edebiyat muhitlerinde bulunmuyordu Bahattin Karakoç.

Ama şiirinden haberim var.

Şairlerin büyük ekseriyetinin yazmayı bıraktığı bir şiir.

O şiir bir eleştiri ortamında tedavül etseydi daha güzel olurdu diye düşünüyorum.

Ama şiir.

Eğer yazarsan, eğer ömrünü şiire tahsis edersen, saçların ağarıncaya, belin bükülünceye kadar şiire emek verirsen, yazdığına şiir dememek, sana şair dememek, terbiyesizlik olur.

(Şimdi, ‘ben terbiyesizlik yapmak istiyorum’ diyenler çıkabilir. Beni ilgilendirmiyor. Herkesin terbiyesi kendine.)

***

Çok peşine düştüğüm bir şiir olduğunu söyleyemem Bahattin Karakoç’un şiirinin.

Peşine çok düşmedim ama okudum.

Özellikle, türkü tadına yakın şiirlerini sevdim.

“Sevda ırmağına bir köprü kurdum/Herkes geçti benim yârim geçmedi

Kuru yere bağdaş kurdum oturdum/Eller döşek açtı, yârim açmadı”

‘Uyan yârim’ şiiri de öyle:

“Cennet-i alada bir şölen varmış/Hatice gülleri renk renk açarmış/Güllerin kokusu firdevsi sarmış/Uyan yârim gerçek bahar geliyor”

Şiir, zaman içinde bir yol açıyor kendisine.

Diller buluyor. Sesler buluyor.

Bazen ileri, bazen geri gidiyor.

Bazen yükseliyor, bazen alçalıyor.

Bahattin Karakoç o yükseliş ve alçalışlara yönelmedi. Kendi şiiri için, kendi yürüyebileceği, temiz, yalın bir yol seçti.

Aslında, kendi hayatı için seçtiği yol da şiiri gibi temiz ve yalındı.

Köy Enstitüsü mezunu Bahattin Karakoç.

Dikkat ederseniz seçtiği ‘yol’ Köy Enstitüleriyle bağdaşmıyor.

Demek ki, kendisine çizilen yoldan çıkmak, etrafına örülmüş çitten atlamak için lazım olan iradeyi gösterdi.

Bu iradeyi göstermesinde, ailesinde hocalar, mollalar olmasının, yani çocukluğunun geçtiği ortamın tesiri vardır mutlaka.

‘Milliyetçi’ sıfatını yakıştırmak mümkün Bahattin Karakoç’a.

“Tuna, Sakarya kadar Türk’tü, Fırat kadar Türk/Kılıç tutan iki kolumdu Kırım’la Kerkük” gibi mısraları çok.

Fakat ‘milliyetçilik’le sınırlamak istemem onun şiirini.

Gazze’ye Ağıt’ta, “And olsun ki zeytine, Filistinli kadınları ve çocukları hiç unutmayacağım” diyen de odur.

Başörtüsü yasağının şiddetli günlerinde “Kamusal alanlar yasaktır beyaz güvercinlere” şiirini de yazmıştır.

“Yüreğin mermiyse kalk namluya sür

Birazdan o katil uçaklar geçer

Derin bir açılım ince tefekkür

Ufku velveleye verir serçeler” kıtasındaki ‘katil uçaklar’ muhtemelen 2. Körfez Savaşı’nın uçaklarıdır.

‘Muhasebe’yi ne zaman yazdığını bilemem.

“Has bahçeyi sardı dikenle ayrık/Ağa da kahya da başına buyruk/Mukaddes ülküler ölü yatarken/Herkesin koştuğu hep yağlı kuyruk.”

Bana göre Bahattin Karakoç’un ‘berceste’si ‘Azıksız çıkma yola’ şiirindeki “Öyle bir abdest al ki su bile sarhoş olsun” mısraı.

“Yarın için tapum yok, Hakk’tan gayrı kapım yok

Hamurum mayalandı ve benim acelem var

Yüzüm ak gitmek için bu günden acelem var” mısralarını da ihmal edemem.

Yüzü ak gitmek kolay değil. Herkese nasip olmaz.

İnşallah, Bahattin Karakoç öyle gitmiştir.

Allah Rahmet etsin.

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum