Arap Cumhuriyetleri, Arap Monarşileri ve yeni dönem...

Arap Baharı temelde Arap cumhuriyetleriyle alakalı bir vakıaydı. Arap dünyasında ayaklanmaların yaşandığı ülkelerin çoğunun - en azından kağıt üzerinde - rejim biçimleri cumhuriyettir. Tunus, Mısır, Suriye, Libya ve Yemen gibi ülkelerin hepsi rejim biçimi olarak cumhuriyeti benimsemişlerdir.

Buna karşın Arap Baharı, Arap dünyasındaki monarşileri bir nevi teğet geçti ve Körfez bu süreçten göreceli olarak pek etkilenmedi.

Buradaki tek istisnayı Bahreyn oluşturuyordu. 2011'in Mart ayında Bahreyn'deki halk ayaklanmasını Suudi Arabistan öncülüğündeki askerî birlikler sert bir şekilde bastırırken, Arap Baharı’nı destekleyen bölge ülkelerinin kahir ekseriyeti ya bu suça ortaklık ettiler ya da sessiz kaldılar. Katar, Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan güce askerî katkı yaparken, Türkiye Arap Baharı’na karşı girişilen bu operasyona sessiz kaldı. İran bu durumu daha sonra Suriye sahasında karşı karşıya kaldığı muhalifleri destekleyen bloka karşı epeyce kullandı. İran veya Arap Baharı karşıtı bazı aktörler, Bahreyn'de yaşananlar karşısında bölgesel değişimi destekleyen ülkelerin sessizliğini ya bu ülkelerin seçici bir demokratikleşme anlayışına sahip olduklarına, ya tutarsız olduklarına, ya da mezhepçi bir politika izlediklerine yordu. Çünkü çoğunluğunu Şiiler’in oluşturduğu bir ülke olan Bahreyn’deki protesto dalgasının bel kemiğini de yine Şiiler oluşturuyordu.

Bu örneği bir kenara koyacak olursak, Arap monarşileri Arap dünyasındaki değişim dalgasını bir şekilde yönetebildiler. Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez'deki birçok ülke Arap Baharı'nın kendi toplumları üzerindeki etkisini kırmak için üç ayaklı bir strateji izledi.
Bunların ilki, bu devletlerin petrol ve gaz gibi hammaddeye dayalı refah devleti uygulamalarını genişleterek işleme koymaları oldu. Körfez'deki devletler birbirleri ardına toplumlarına yönelik teşvik veyahut rüşvet paketlerini açıkladıklar. Suudi Arabistan, sadece Arap Baharı'nın başlamasından 2011 yılının Haziran ayına kadar geçen sürede, toplamda 136 milyar dolarlık bir teşvik paketi açıkladı. Ekonomik nimetler toplumların siyasal iradesini almak veya toplumları siyaseten iradesizleştirmek için işlevsel bir şekilde kullanıldı. Bu zaten bu devletlerin en iyi bildiği uygulamalardan biriydi. Yani bir ihtisas alanı... Bu monarşilerin meşruiyeti temelde hep, dağıtabildikleri rant miktarlarına veya uygulamaya koydukları refah devleti uygulamalarına bağlı oldu. Toplumlarını iktisaden sorumlu ve üretken aktörler olmaktan çıkararak, onları siyaseten de edilgen bir noktaya taşıdılar.

İkincisi, bütün muhalif odaklar veya toplumsal/siyasal gruplar üzerindeki baskı ve denetimin had safhaya çıkarılması oldu. Arap cumhuriyetleri kadar başarılı olamasalar da Arap monarşileri, refah devleti olma özelliklerini aynı zamanda polis devleti olma nitelikleriyle de mezceden bir yapı arz etmekteler ki, bunu da Arap dünyasındaki ayaklanmalar sırasında maksimum derecede uygulamaya soktular. Bu dönemde BAE, Irak'taki kötü şöhretiyle adını sıkça duyduğumuz Blackwater'ın kurucusu Erik Prince ile, Arap Baharı’nı yaşayan ülkelerdeki ayaklanmalara benzer sosyal olayları hızlı bir şekilde bastırabilecek paralı askerlerden oluşan R2 (Rapid Reaction) adında yeni bir güvenlik biriminin oluşturulması konusunda anlaştı. Kolombiyalılar ve Güney Afrikalılar başta olmak üzere paralı yabancı savaşçılardan oluşan 800 kişilik bir askerî birim oluşturuldu.

Üçüncü olarak ise, Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere mevzubahis monarşiler bu değişim dalgasını kendileri için hayati bir tehlike olarak addedip ona karşı bölgesel ölçekte karşı-devrim ve anti-İslamcı bir dalgayı örgütlemeye giriştiler. Mısır darbesi bu karşı-devrim dalgasının en büyük kazanımı oldu. Mısır darbesi, planlanmasından uygulanmasına kadar bir "made in Körfez" darbesiydi ki, aynı karşı-devrim ve anti-İslamcı dalgayı Libya'da da gördük.
Bu strateji bugüne kadar bir şekilde işledi. Fakat bu aktörlerin bu stratejiye hala bu denli yatırım yapması, söz konusu stratejinin ters tepmesine de yol açabilir. Mevzubahis aktörlerin bazılarının yeni dönemin tehdit veya meydan okumalarını yeteri ölçüde anladıklarına dair pek bir emare yok. Hala Arap Baharı’na ait korkular bu aktörleri rehin almış durumda. Ancak yeni dönemin kendisine ait yeni tehditler ve meydan okumalar ortaya çıkardığı aşikar. Arap Baharı döneminde bu aktörlerin hepsinin sahip olduğu ortak korku Siyasal İslam'dı. Bu aktörler İslam'ın siyasetle, siyasal İslam'ın devletle nasıl bir ilişki kurması gerektiğine dair farklı reçetelere sahip olsalar da demokratik kanallarla siyasal iktidarı elde edebilecek Siyasal İslami grupların bastırılması noktasında birleşiyorlardı.

Fakat post-Arap Baharı döneminde bu ülkelerin yüzleştikleri tehditlerin niteliği ciddi bir değişim geçirmiş durumda. Mısır'daki Sisi rejimi ve BAE için Siyasal İslam hâlâ öncelikli bir tehdit olmaya devam edebilir fakat bu durum Suudi Arabistan için geçerli değil. Suudiler Siyasal İslam'la kavgayı öncelikli bir mesele haline getirdikleri ölçüde asıl tehdit alanlarıyla yüzleşme konusunda enerji kaybedecek ve zayıflayacaklardır. Suudi Arabistan aynı anda hem siyasal İslam’ın her çeşidine karşı savaş ilan ederek hem de Türkiye'yi karşısına alarak İran'ı dengeleyemez.

Burada rasyonel bir tahlil ve bir öncelik sıralaması yapmaları gerekiyor. Jeopolitik olarak İran'ın bölgesel hırsları Suudi Arabistan için en büyük tehdidi oluşturuyor. Bu mevzu Suudiler için sadece bir dış politika meselesi olmayıp aynı zamanda direkt olarak içeriyi de etkileyen bir güvenlik meselesidir. İhvan'ın Suudi Arabistan'da iktidarı tehdit edebilecek ciddi bir gücü yok. Ancak İran'ın Suudi Arabistan içerisinde Katif şehrinde başta olmak üzere hitap edebildiği ve hareketlendirebileceği ciddi bir Şii nüfus var.

Buna ilaveten, Yemen'de BAE'nin tercih ettiği bölünme senaryosunun gerçekleşme ihtimali her geçen gün daha fazla artarken, Suudi Arabistan henüz Yemen'le sınır güvenliğini dahi ciddi bir şekilde sağlayabilmiş değil. Ayrıca bütün bu yıkıcı savaşa ve katliamlara rağmen Husiler pek bir mevzi kaybetmiş değil. Yemen'deki Müslüman Kardeşler bağlantılı Islah Partisi, Suudiler için bir tehditten ziyade bir partner konumunda bulunuyor. Benzer şekilde Suudilerin Bahreyn'de hem Şii çoğunluğu hem de İslamcıları düşmanlaştırarak sonuç alması olası değil. Gerçi Müslüman Kardeşler bağlantılı Minbar Bahreyn parlementosunda temsil ediliyor. Dolayısıyla, Suudi'ler BAE'nın İslamcı-karşıtı gündemini kendi gündemleri haline getirerek kendilerini jeopolitik olarak kırılgan, İran'la rekabette zayıf kılmaktadırlar. Üstelik buna Türkiye karşıtlığının da eklenmesi Suudi'lerin bölgesel politikalarındaki açmazlarını daha da derinleştirecektir.

Bu jeopolitik kırılganlık, Suudi Arabistan'da iktidarın el değiştirmesi gibi büyük bir değişimin yaşandığı bir zaman dilimine denk geliyor. Suudi Arabistan'da iktidar bugüne kadar hep, Suudi Arabistan'ın kurucu kralı Kral Abdülaziz'in oğulları arasında yatay bir biçimde el değiştirdi. Bu artık değişiyor. Muhammed bin Salman ile birlikte iktidar, bundan sonra dikey bir şekilde el değiştirebilecek. Artık oğullar değil torunlar arası rekabet başlıyor. Bu da birçok komplikasyon ve meydan okumaya davetiye çıkarıyor.

Önümüzdeki dönemde Suudi Arabistan rejiminin geleceği için jeopolitik kırılganlıklar, başlatılan savaş ve kampanyalarda elde edilecek başarısızlıklar ve aile içi taht oyunlarının İslamcılardan daha büyük tehditler oluşturacağını kestirmek mümkün. Bu durum da Suudi Arabistan'ı geleneksel güvenlik patronu konumundaki Amerika nezdinde muhtemelen daha az değerli kılacaktır.

Öyle görünüyor ki, Körfez krizinin sonunda Suudi Arabistan, BAE ve Katar'ın birbirlerinden tavizler koparmalarından ziyade ABD hepsinden tavizler koparacak. Nitekim ABD'nin BM nezdindeki büyükelçisi Nikki Haley, Çarşamba günü Körfez krizinin her iki tarafı da yola getirmek için bir fırsat olduğunu dile getirdi. Yani sadece Katar'ı değil Suudi Arabistan'ı da... Yine bu krizin sonucu olarak İran'a karşı Suudiler’in kurmak istediği ortak cephe dağılmış ve Arap cumhuriyetleri gibi Arap monarşilerinin de kırılganlığı artmış olacaktır.

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum