‘Arap kardeşlerimiz’

Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde Arap hükümetleriyle aramız bugünkü kadar açılmamıştı. İslam dünyası kavramını kuvvetle vurgulayan AK Parti döneminde Arap yönetimleriyle bu kadar aramızın açılmasını çok iyi tahlil etmek gerekir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “topunuz bir Türkiye etmezsiniz!” şeklindeki sözleri, o muhabbetin yerini bugün nasıl bir öfkenin aldığını gösteriyor.

Güçlü bir ülke Türkiye’ye böyle hitap etse, biz ne hissederdik?!

Bu üslup muhatabını öfkeye iter.

Zaten Arap rejimleriyle ihtilaflarımız Barış Pınarı harekatıyla başlamadı. Arap Baharı’ndan sonra Ankara’nın İhvan lehine olan tavrını çok fazla keskinleştirmesi, Arap rejimlerini Türkiye’ye karşı motive etti. ‘Osmanlı’ çağrışımları da bunu körükledi.

Halbuki Türkiye Arapların iç meselelerinde görüş bildirse bile taraf haline gelmemeliydi.

Tarihi tecrübelerimiz ne diyor, ona bakalım mı?

MİLLİ ŞEF VE ARAPLAR

Bütün cumhuriyet hükümetleri Araplarla iyi ilişkiler kurmak istedi. Filistin davasını diplomatik olarak desteklediler, Araplar arası sorunlara karışmaktan uzak durdular.

İki dünya savaşı arası dönemde elbette Avrupa dengeleri bütün dünyada öne geçmiş, Soğuk Savaş döneminde de Doğu-Batı kutuplaşması belirleyici olmuştu. Ama hiçbir Türk hükümeti Araplara ideolojik sebeplerle düşman gibi bakmadı.

Atatürk döneminde Sadabat Paktı’nın kurulmasını, İran Şahı’nın, Afgan ve Ürdün krallarının Türkiye ziyaretlerini kaydetmek gerekir.

Milli Şef İsmet İnönü, 1 Kasım 1949’da TBMM açış nutkunda şöyle konuşuyordu:

“Kendileriyle uzun asırlar beraber yaşamaktan doğan gayet tabii ve derin yakınlık duygularıyla bağlı bulunduğumuz Arap devletlerinin emniyet ve selametleri Türkiye için de hayati bir meseledir. (Bravo sesleri alkışlar)

Bu bakımdan güney komşularımızın kuvvetlenmelerini ve ilerlemelerini büyük bir hazla takip etmekteyiz. Arap Birliği devletleriyle siyasi münasebetlerimizin karşılıklı itimada ve Orta Doğu’da hayırlı işbirliğine dayanan bir hava içinde daha fazla gelişmesi halis temennimizdir.”

1946’dan itibaren İnönü’nün konuşmalarında bu vurgu vardır.

MENDERES’TEN ÖZAL’A

Stalin’in toprak taleplerine karşı Batı ittifakında yer alma çabası Menderes döneminde dış politikamızda başat faktördü. Cezayir Kurtuluş Savaşı’nda maalesef Fransa’nın yanında yer aldı.

Mısırlı karizmatik lider Nâsır’ın Pan-Arabizm politikası ve Türkiye’nin yer aldığı Batı blokuna düşmanlığı da ister istemez Türkiye’yi itti. Ama Menderes hükümetleri de karşı kampta yer almayan Araplarla ilişkileri geliştirdi.

Demokrat Parti’de özgür konuşma imkanı vardı. Trabzon milletvekili Prof. Osman Turan, 25 Mayıs 1958 günlü Grup toplantısında, yüzüne karşı Başbakan Adnan Menderes’i sert sözlerle eleştirerek Cezayir’i savunmuş, Araplarla ilişkilerin geliştirilmesini istemişti.

Osmanlı tarihçiliğinde Halil İnalcık neyse, Selçuklu tarihçiliğinde Osman Turan odur.

Dünya daha “açık” hale geldikçe Demirel ve bilhassa Özal döneminde bu ilişkiler çok gelişti.

Aynı zamanla İsrail’le ilişkilere de önem verdiler.

İran-Irak savaşında Özal Türkiye’yi tarafsız hakem durumunda tutarak iki ülkeye de ihracatı artırdı.

DİPLOMASİ DİLİ

AKP Partinin ilk iki döneminde bir yandan Avrupa Birliği ve aynı yönde hukuk reformları gelişirken, öbür yanda Ortadoğu ve Afrika’ya açılım gelişti.

O zaman iktidar ideolojik dil kullanmıyordu. AB sürecindeki Türkiye’ye kimse tepki duymuyor, aksine sempatiyle bakıyorlardı. AB sürecindeki AK Parti iktidarı, Suriye ile İsrail arasında arabulucuk yapacak kadar prestijliydi.

2008’de Türkiye 192 devletten 151’inin oyu ile Güvenlik Konseyi’ne üye seçiliyordu.

Fakat kabaca 2011’den ibaren Ak Parti ideolojik dile yöneldi. “Ümmet coğrafyası, Osmanlı tokadı, Haçlı ittifakı” gibi söylemlerin muhatapları bu kavramları kendine göre anladı, farklı tepkiler oluştu.

Bugün AK Partililer, ideolojik dilin iç politikada belli bir seçmen konsolidasyonu sağlasa bile, dış politikada ve ekonomide negatif etkiler yaratığını görmelidir. İdeolojik ve üsttenci söylemin isabetsizliği artık görülmüş olmalıdır.

Barış Pınarı’nın diplomasi yönü askeri yönü kadar önemlidir.

Tarihe ideolojiyle değil, tecrübelerden prensipler çıkarmak için baktığımızda şu apaçık bellidir:

Türkiye, dış politika geleneğine, yani “diplomasi”ye hızla dönmelidir.

YORUMLAR (101)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
101 Yorum