Bari bugün gerilim politikalarına biraz ara verelim

Ülkenin maruz kaldığı deprem, sel ve salgın hastalıklar gibi büyük felaket dönemlerinde yardımlaşma ve dayanışma ruhunun en üst düzeyde yaşandığı bir toplumuz.

Ancak ne hikmetse böyle zor zamanlarda gerilim ve çatışma üretmek gibi de bir özelliğimiz var. Kuşkusuz bu sadece toplumun ürettiği bir durum değil. Siyasal ve toplumsal tarihimize baktığımızda, böylesi kritik dönemlerde siyasi muarızların barış ve kardeşlik atmosferine zarar veren davranışlar içinde olduklarının sayısız örneklerini görmek mümkün.

Krizin etkilerinin ilk hissedilmeye başlandığı anlarda yöneticiler genellikle iyimser bir yaklaşım içinde olurlar. Ancak süreç ilerleyip kriz derinleşmeye başladığında iktidar ve devlet aklı, krizin iktidarı etkileyebileceği kaygılarına kapılmaya başladığı anda meseleyi kendisi için bir “beka” davası olarak görmeye başlar.

Kuşkusuz bu “güvenlik devleti” refleksi, bizim için bilinmedik bir durum değil. Zira tarihimizin her döneminde iktidar aklı kendisine yönelik şiddetli eleştiriler karşısında aynı davranışı sergilemiştir.

Ancak son yıllarda iktidar erki, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı sorunları yönetme sıkıntısına düştüğü anlarda bütün bunların iktidara karşı “dış güçler” tarafından tezgahlandığını ve içerideki hainlerin bu projelere destek verdiğini ima etmeyi, hatta doğrudan söylemeyi tercih etmiştir.

Maalesef bu yeni anlayış türü ekonomik krizden Suriye meselesine, mülteci sorunundan bir türlü ne olduğu anlaşılamayan başkanlık sisteminin arızalarına kadar her konuyu halının altına süpürerek gündem dışına itmiştir.

Her meseleyi hızla siyasallaştıran bu yaklaşım tarzı, ne yazık ki Corona belası yüzünden sıkıntılı anlar yaşadığımız şu günlerde hiçbirimizin istemediği bir gerilim atmosferi yaratmaktadır.
Mesela hiçbir gereği yokken İstanbul ve Ankara Büyükşehir belediyelerine getirilen yardım toplama yasağı, bu kritik süreçte hem meseleyi siyasallaştırmış, hem de dayanışma ruhumuza zarar vermiştir.

İktidar cenahı pek görmek istemese de, bu yasak meselesi uzun vadede iktidarın lehine olan bir durum değildir. Bugün itibariyle belki iktidarın gücünü herkese göstermek açısından iş bitirici bir argüman olabilir. Ama unutulmamalı ki, epey bir süredir tartışılmakta olan meşruiyet krizinin daha da derinleşmesine vesile olacaktır.

Açıkçası çok merak ediyorum, AK Parti neden toplumda gerilimi tetikleme potansiyeli bulunan böyle bir adımı atma ihtiyacı duymuştur. Üstelik de daha bir yıl önce AK Parti, 31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimlerinde benzer ayrıştırıcı politikalar yüzünden seçim hezimeti yaşadığı halde...

Evet İstanbul’u kaybetmek iktidar için çok kabul edilebilir bir durum değil, ancak ülkenin birliğe ve dayanışma ruhuna en çok ihtiyaç duyduğu şu günlerde hala o günlerin refleksiyle hareket etmek doğrusu rasyoneliteye hiç uyan bir siyasal davranış biçimi değil.

Oysa geçmişte bu ülkenin hiçbir bireyini ötekileştirmeden bütün ayrıştırıcı politikaları elinin tersiyle iten ve yetmiş milyonu kucaklayan bir misyonun sahibiydi AK Parti...
Ve aynı AK Parti yola çıkarken demişti ki: “Devlet halinde yaşamanın zorunlu gereği olarak siyaset, toplumun genel ihtiyaçlarını görüşerek, tartışarak ve uzlaşarak karşılamanın evrensel yoludur.”

Bugün de sorunlarımıza, tartışarak ve de uzlaşarak çözümler üretsek dünya mı yıkılır Allah aşkına...

YORUMLAR (59)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
59 Yorum