Bu ayna da güzel göstermiyor!

Evet, Müslümanlık, çok yüksek bir ahlaki seviyeye çağırır. Ama, çağrıya icabet edip etmemek sizin elinizdedir.

Hem Müslümansınız, hem de işinize geldiği zaman ahlakiliği gözardı etmeye hazırsınız.

O zaman, maalesef, sizde var olduğunu iddia ettiğiniz ikrar ve tasdike rağmen ahlaksızlık gibi bir sıfatla muttasıf olursunuz.

Bunun anlaşılmayacak bir tarafı yok.

Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner röportajın baş taraflarında ahlakilik üzerinde epeyce durmuş.

‘Dini düşünüş’ sahiplerine şöyle bir önerme izafe ediyor:

“Ahlaki duyarlılık ancak ve sadece bir üst/ilahi iradenin korkusuyla, onun cezalandırma ve ödüllendirme gücüne inançla sağlanabilir.”

“Ancak” ve “Sadece”yi çıkarırsanız belki doğru olabilir bu önerme.

Adam inanıyor ama, lüzumu halinde inancını hayattan yalıtıp, bir mahfazanın içine hapsedip yapacağını yapıyor.

İnancını, imanını, yine lüzumu halinde, yaptıklarını örtmek, ambalajlamak için kullanıyor.

“Tanrı korkusu” olmadan bireysel tercihlerle bir ahlakilik mümkün müdür?

Mümkündür.

Kıymetli midir?

Kıymetlidir.

Kaldı ki, dinlerin içinde ‘korku’nun yerine ‘sevgi’yi koymaya çalışan eğilimler de var.

Demek istediğim, ahlak-din ilişkisinde Laçiner’in düşündüğü kadar sabit-fikir değiliz.

“İslamcı akımlar yüzyılı aşkındır çekildikleri savunma mevzilerinden yola çıkıp, modernleşmenin versiyonlarından (kapitalizm ve sosyalizmden) daha üstün, onların çözemediği sorunların da üstesinden gelecek bir alternatifi temsil iddiasıyla harekete geçtiler.”

70’lerdeki, 80’lerdeki hatta biraz da 90’lardaki hallerimizi düşününce, Laçiner’in bu cümlesine itiraz etme imkanımız kalmıyor.

Evet iddialıydık. İddiamızın altını dolduracak bir cehd içinde değildik. Sloganları söyledik söyledik geçtik. İçine bakmadık.

Ardından gelen soru can alıcı:

“Peki şu kırk yılın sonunda (yıl sayısını arttırmak mümkün) ahlaki ve manevi düzeyin yükseldiği mi doğru, yoksa ağır bir hasara uğradığı, bir özgüven kaybı girdabına sürüklenildiği mi?”

Özgüveni bilmem de... Çünkü özgüven dibe düştüğünüz durumlarda pik yapabiliyor. Ahlak ve maneviyat konusunda Laçiner haklı.

Şu soru da önemli: “İslam’ın bir din olarak korunması ve güçlenmesinin temel gerekleri ile İslamcı denilen kadroların ve kesimin bizzat kendilerini koruma ve güçlendirme (...) amaçlarının gerekleri örtüşmekte midir; yoksa arada bizatihi dinin içeriğini tahrip eden, hatta çürüten bir uyuşmazlık, çelişki mi vardır?”

Cevabı da kendisi veriyor: “Benim kanaatim ikinci ihtimalin geçerli olduğudur.”

“İslam dünyasının üstünlük iddiasının gerçek temellere dayandığı” 9. Ve 10. Yüzyıllardan söz ediyor Laçiner.

“Kurtuba, Kahire ve Bağdat medreselerinde öteki din adamlarıyla her şey tartışıldığı gibi; Hristiyanlığın ‘putperest’ damgasıyla unutturmaya çalıştığı antik Yunan ve Roma bilim adamlarının ve filozoflarının eserleri bu damgaya aldırış bile etmeden büyük bir saygıyla okunuyor ve inceleniyordu. O üç payitahta bizim son iki yüz yıldır Paris, Londra ve New York’a baktığımız gibi bakan Hristiyan Avrupa’nın parlak genç beyinlerinin çoğu en yakınlarında olan Kurtuba’da eğitim hayali kuruyordu.”

Peki biz ne yapıyoruz?

Biz farklı tezlerin ifade edilme zeminlerini ortadan kaldırmayı veya kısıtlamayı daha garantili bir yöntem olarak görüyoruz.

Kendimiz söyleyip kendimiz dinlemeyi daha çok seviyoruz.

Duvara tosladığımız zaman kabahati dışarıda ya da ‘iç hain’lerde arıyoruz.

Bu son cümleler Laçiner’e ait değil. Ama şu cümle onun:

“İslamcılar (...) içeriden veya dışarıdan yapılan eleştirileri genellikle bir saldırı, aşağılama ve art niyetlilikle damgalıyorlar. Bu tavır tipik bir özgüven yokluğu dışavurumudur.”

Propaganda işe yarıyor. “Acı gerçekleri” şimdilik örtüyor.

Ama “Sonuçlarıyla er geç yüzleşmemiz kaçınılmaz.”

“O sonuçlardan biri sadece AKP’nin değil; genel olarak İslamcılığın uğradığı ağır inandırıcılık ve prestij kaybı olacak.”

Daha kötüsü: “Bu kaybın bizatihi İslam dininin inandırıcılık ve prestijine de sirayeti ne ölçüde bilemeyiz ama mutlaka olacaktır.”

Ben tabii ki Laçiner’in bu öngörüsünde yanılmasını tercih ederim. Biz yaralanalım, bizim prestijimiz kaybolacaksa kaybolsun, İslam’a halel gelmesin.

Ama yok mu bu eleştirilerde gerçeklik payı?

Maalesef var.

Kim mes’ul olur öyle bir akıbetten?

Başkaları mı? Ötekiler mi?

Yoksa biz mi?

Bahsi şimdilik kapatıyorum.

YORUMLAR (65)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
65 Yorum