Daha fazla vakit kaybetmemek için

Koronavirüs salgını çok ciddi bir konu, yani şakaya gelmeyecek bir felaket.

Günlük siyasetin konusu olamayacak derecede önemli. Önüne başka bir mesele konulamayacak kadar öncelikli. Buna rağmen yapılması gerekenleri ‘vakit geçirmeksizin ve eksiksiz’ yaptığımızı söyleyebilecek durumda değiliz hâlâ. Peki, neden?

İlk sebep ‘normal zamanların’ refleksleriyle hareket ediyor olmamız. Normal zamanlarda olmadığımızı bildiğimiz halde normal zamanların refleksiyle hareket etmemizin sebebi ise sosyal tabiatımız. Başka insanlarla bir arada yaşıyor olmamızın getirdiği kısıtlamalar. Bu duvarlar kolay aşılamıyor.

Mesela, ‘Hastalıktan korktu, eve kapandı demesinler’ diyerek kendi canıyla kumar oynamak… Mesela, ‘Cuma’ya gitmedi dedirtmemek için’ hem kendi sağlığını hem de başkalarının hayatını tehlikeye atacak bir eylemden kaçınmamak… Mesela, yanlışlara ve eksiklere ‘Böyle bir meseleyi siyasete alet ediyor görünmeyelim’ rezerviyle ses çıkarmamak… Mesela, uyarıların seslendirilmesinde ‘insanları paniğe sevk etmeyelim’ düşüncesiyle frene basmak…

Bütün bunlar, kitlesel mahiyette bir problemin çözümü için öncelikle ‘sosyal atmosfer’in yönetilmesi gereğini gösteren örnekler. Toplumun istemediğini, hatta toplumun kabullenmeye hazır olmadığını düşündüğünüz tedbirleri uygulamaya koyamıyorsunuz. Çünkü siz de o ‘sosyal atmosfer’in dışında nefes alamıyorsunuz.

***

Hatırlayalım… Bu virüsün Çin’in Vuhan şehrinde ortaya çıktığı, ardından başka şehirlerden buraya gidip gelenlerle hızla yayıldığı, Çin dışındaki vakaların da bu ülkeden gelen kişilerden kaynaklandığı öğrenildiğinde, tedbir olarak savunulan ‘Çin’den gelenlerin ülkeye girişine izin verilmemesi’ önerisine haftalar boyunca kulak verilmedi. Hatta bu öneriyi ‘ırkçı’ bulanlar oldu. Yalnızca Türkiye’den söz etmiyorum. Takip edebildiğim kadarıyla başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bütün dünyada aynı tartışma ve benzer tepkiler görüldü. Çünkü ‘sosyal atmosfer’ her ülkenin gerçeği…

Derken, gelişmenin vahim seyri bütün dünyada mecburi bir konsensus oluşturdu, Çin’le kapılar kapatıldı. Sonra İran gündeme geldi bizde. Tahran yönetiminin felaketi gizleyerek ve yok sayarak ‘kriz yönetme’ tavrına rağmen bilhassa Kum şehrinin ‘ikinci Vuhan’ olduğu anlaşılmıştı. Aynı zamanda kaçak göçmenlerin de kullandığı bilinen çok geniş bir kara sınırına sahip olduğumuz komşu ülkeyle giriş çıkışların kısıtlanması kararı da maalesef haftalar geçtikten sonra alınabildi.

Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’nın konuyu ciddiyetine uygun biçimde ele aldığı, bu yolda önerilerine başvurmak üzere bir ‘Bilim Kurulu’ oluşturduğu malum. Ne var ki siyasetin ve bürokrasinin bu kurulun veya genel olarak bilimin önerilerine harfiyen uymalarına engel olan bir sosyal atmosfer var bu ülkede. Sözgelimi okulların tatil edilmesi gibi son derece isabetli bir karar biraz gecikilmiş olduğu halde, alınıyor ama bürokratik refleks perşembe günü alınan kararın pazartesiden başlatılması, böylece hafta sonu tatilinden ayrılması hesabıyla hareket edebiliyor. Üniversite öğrencilerinin virüsün bulunma ihtimali olan büyük şehirlerden virüsün belki henüz ulaşmadığı şehirlere ve köylere kontrolsüz bir şekilde dağıtılması da ‘normal zamanların’ bürokratik refleksi…

Umreden dönenler ülkenin dört bir yanına dağıldıktan sonra meselenin öneminin anlaşılıp son kafileler için önlem düşünülmesi de öyle…

***

Cuma namazı konusunda yapılan uyarılar ve çağrılar karşısında geçen hafta Diyanetin kamuoyuna yaptığı açıklama “karantina bölgelerinde yaşayan veya risk grubunda yer alan vatandaşlar cuma namazına gitmeyebilirler” şeklindeydi. Tabiatıyla bu açıklamayı hiç kimse “virüs salgınından korunmak için cemaat namazlarına bir süre ara vermek gerekir” şeklinde anlamadı. Aralarında ‘risk grubundaki vatandaşların’ da bulunduğu insanlar camilerde dakikalar boyunca aynı havayı soluyarak cuma namazı borçlarını ödediler!

Çünkü yöneticiler -aynı tartışmanın yapıldığı İran örneği ortada olduğu halde- ‘Bu hafta ya da önümüzdeki birkaç hafta cuma namazı kılınmayacak’ demenin riskini üstlenmek istemediler. Şimdi sosyal atmosfer böyle bir adımı tolere etmeye hazır hale geldiği için bu karar açıklanabildi. Ama geç kalmanın bedeli milletçe ödenecek.

Demek ki ülkenin mukadderatı üzerinde söz söyleme yetkisini taşıyan kadrolar ‘sosyal atmosfer’den bağımsız hareket edebilme ve mümkün olduğunca bu atmosferi dönüştürmeye yönelik çaba gösterme cesaretine sahip olmalılar.

YORUMLAR (46)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
46 Yorum