Suriye’de yeni bir döneme giriliyor. Suriye'de Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderliğindeki gruplar 27 Kasım'da başlattıkları operasyonda Halep'ten sonra stratejik Hama kentini de ele geçirdi. Muhalif güçlerin Halep ve çevresini ele geçirmesinden sonra, çatışmalar güneydeki Hama’ya kaydı. Niğde Ömer Halis Demir Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu, KARAR’a verdiği röportajda HTŞ'nin bu ilerleyişinin Suriye'deki güç dengelerini nasıl etkileyebileceğini değerlendirdi.
SEMA KIZILARSLAN
Suriye'deki savaşın seyri, son haftalarda Heyet Tahrir el-Şam'ın (HTŞ) Halep’in ardından Hama’yı ele geçirmesiyle yeni bir döneme girdi. Bu ilerleyiş, yalnızca Suriye’nin iç dinamiklerini değil, aynı zamanda bölgesel ve uluslararası güç dengelerini de etkiliyor. Hama’nın düşmesi, HTŞ ve müttefik grupların Humus’a ilerlemesiyle Şam’a yönelik tehdit artırıyor. Eğer Humus da düşerse, bu durum yalnızca Suriye rejimi için değil, tüm bölge için derin sonuçlar doğurabilir.
Bu kritik süreçte, Ortadoğu uzmanı Yasin Atlıoğlu ile HTŞ’nin bu ilerleyişinin Suriye’deki güç dengelerini nasıl etkilediğini konuştuk. Atlıoğlu, hem sahadaki gelişmeleri hem de Türkiye’nin bu süreçte nasıl bir strateji izlemesi gerektiğini değerlendirdi.
Türkiye’nin desteklediği Milli Ordu ile HTŞ arasındaki gerilimlerin, sahadaki ittifak yapısını zayıflattığına dikkat çeken Atlıoğlu, bu durumun HTŞ’nin bölgede daha fazla güç kazanmasına zemin hazırladığını vurguluyor.
"SURİYE’DE PYD VE HTŞ, İKİ AKTÖR OLARAK ÖNE ÇIKABİLİR"
HTŞ’nin Halep çevresindeki Türkmen tugayları bölgeden çıkarması ve kontrolü tamamen ele alması, Türkiye destekli gruplar için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Atlıoğlu’na göre, HTŞ’nin güçlenmesi, Türkiye’nin sınır güvenliği ve Suriye’deki etkisi açısından kritik riskler barındırıyor. Özellikle HTŞ’nin lojistik hatlarının Türkiye üzerinden sağlanması, Ankara’nın elindeki önemli bir koz olsa da, bu avantajın ne ölçüde kullanılacağı belirsiz.
HTŞ’nin ilerleyişinin Suriye’yi fiili olarak ikiye bölebileceğini ifade eden Atlıoğlu, bu senaryoda bir tarafta PYD’nin, diğer tarafta HTŞ’nin etkili olacağını öngörüyor. Bu iki güçlü aktörün varlığı, Türkiye’nin bölgedeki stratejik çıkarları için yeni zorluklar yaratabilir.
Atlıoğlu, Türkiye’nin bu süreçte daha dikkatli bir strateji izlemesi gerektiğini vurguluyor ve HTŞ’nin Taliban benzeri bir yapıya dönüşme ihtimalinin, bölge için uzun vadeli tehditler oluşturabileceğini belirtiyor. Şam’a ilerleyen HTŞ, yalnızca Esad rejimini değil, bölgedeki tüm aktörleri etkileyebilecek bir sürecin kapısını aralıyor.
“HTŞ, SURİYE’DEKİ EN GÜÇLÜ SİLAHLI AKTÖRLERDEN BİRİ VE ULUSLARARASI DENGELERİ DEĞİŞTİREBİLECEK BİR POZİSYONDA”
-2011 yılında başlayan Suriye iç savaşının bugün geldiği nokta nedir? Suriye'deki ana aktörler kimlerdir ve son gelişmeler sahadaki güç dengelerini nasıl değiştirdi?
2011’de Suriye’de yönetim karşıtı bir ayaklanma başladı. 2012’den itibaren bu ayaklanma bir iç savaşa dönüştü ve çatışmalar yoğunlaştı. Zamanla Amerika ve Rusya gibi büyük güçlerin yanı sıra Türkiye de bu sürece müdahil oldu. Bunun sonucunda Suriye’de Esad yönetimine rakip ve iktidarı değiştirmek için mücadele eden pek çok silahlı grup ortaya çıktı. 2020 yılına gelindiğinde ise bir statüko oluşmuştu. Astana süreci, Soçi mutabakatları ve Moskova mutabakatı ile çatışmalar büyük ölçüde dondurulmuştu. Son dört yıldır küçük çaplı çatışmalar olsa da ciddi bir savaş yaşanmadı. Herkes kendi kontrol ettiği bölgelerde varlığını sürdürüyordu ve bu durum 27 Kasım 2024’e kadar devam etti.
Suriye’nin batısındaki büyük şehirler — Şam, Hama, Halep, Humus ve Lazkiye — Esad hükümetinin kontrolü altındaydı. Ayrıca Suriye çölünün büyük bir kısmı da Esad yönetimi tarafından kontrol ediliyordu. İdlib bölgesinde ise 2017’den bu yana Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) adlı bir örgüt hâkimdi. Bu örgüt, Ulusal Kurtuluş Hükümeti çatısı altında bir devlet inşa etmeye çalışıyordu.
Fırat’ın doğusuna bakıldığında, burada ABD’nin desteğiyle Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında faaliyet gösteren PYD yer alıyordu. PYD, PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı olarak biliniyor ve bölgede kendi devlet yapısını kurmaya çalışıyordu. Türkiye’nin sınır boyunca yaptığı askeri operasyonlar sonucunda Afrin’den Cerablus’a ve Fırat’ın doğusundaki bazı bölgelere kadar bir hâkimiyet alanı oluşturuldu. Bu bölgelerde Türkiye’nin desteklediği silahlı gruplar, yani Milli Ordu, faaliyet gösteriyordu.
27 Kasım 2024’te ise önemli bir değişim yaşandı. HTŞ, İdlib’den çıkarak İdlib ile Halep arasında yer alan ve Halep’i Şam’a bağlayan stratejik M5 karayolunu ele geçirmeye çalıştı. Bununla birlikte Halep üzerinde askeri baskı kurma çabası içerisine girdi. Ancak Suriye hükümetinin Halep’teki savunması zayıf kalınca, HTŞ şehri ele geçirdi.
HTŞ bu zaferin ardından güneye doğru ilerleyerek M5 yolu üzerindeki kasabaları ele geçirdi. Hama kentini kontrol altına aldı ve bugün Humus yönünde ilerliyor. Muhtemel hedeflerinin Şam’a ulaşarak Esad yönetimini sona erdirmek olduğu söylenebilir.
HTŞ’nin kim olduğu sorusu ise ayrı bir karmaşayı beraberinde getiriyor. HTŞ’nin lideri Ebu Muhammed el-Colani, 2003 yılında Irak El-Kaide’sine katılmış bir Suriyeli. 2011 yılında El-Kaide tarafından Suriye’ye cihat için gönderilen Colani, burada Nusra Cephesi adlı bir örgüt kurdu. Nusra Cephesi, 2015 yılında İdlib’i ele geçirdi ve 2017 yılında adını değiştirerek Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) adını aldı.
Bugün HTŞ, Suriye’deki en güçlü silahlı aktörlerden biri olarak hem uluslararası hem de yerel dengeleri değiştirebilecek bir pozisyonda bulunuyor.
Bu süreçte dikkat çeken detaylardan biri, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) tarafından oluşturulan 13 silahlı gruptan oluşan Feth el-Mubin adlı bir koalisyonun varlığı. Bu koalisyon içerisinde Türkiye’nin desteklediği Milli Ordu gruplarından birkaçının da HTŞ ile birlikte hareket ettiği görülüyor. Ancak, Milli Ordu’nun ana yapısı, ağırlıklı olarak Türkmenlerden oluşuyor ve bu gruplar HTŞ’nin Halep’e yönelik saldırısında yer almadı. Bunun yerine Türkiye, farklı bir cephede, PYD’nin elinde tuttuğu Tel Rıfat’ı ele geçirmek için ayrı bir operasyon düzenledi. Bu operasyon, çatışmaların başlamasından üç gün sonra gerçekleşti ve Türkiye’nin muhtemelen hedefinin Fırat’ın batısındaki PYD’nin son kalesi olan Menbiç’i ele geçirmek olduğu anlaşılıyor.
Türkiye, yaptığı resmi açıklamalarda HTŞ’nin saldırılarıyla ilgisinin olmadığını ve gelişmeleri uzaktan takip ettiğini belirtti. Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, HTŞ’nin koalisyonu ile Türkiye’nin desteklediği Milli Ordu’nun farklı pozisyonlarda olduğudur. Dolayısıyla, tüm Suriyeli silahlı muhalif grupları tek bir çatı altında değerlendirmek doğru olmayabilir. Bu ayrımı net bir şekilde ortaya koymak gerekiyor.
“HTŞ’NİN SALDIRILARININ İSRAİL’İN ÇIKARLARIYLA ÖRTÜŞMESİ OLASI BİR DURUM”
-HTŞ’nin hızlı ilerleyişini sağlayan faktörler nelerdir ve bu ilerleyişin arkasında dış destek iddiaları ne kadar gerçekçi? HTŞ lideri Ebu Muhammed Colani’nin değişen stratejisi bölgesel dengeleri nasıl etkiliyor?
HTŞ’nin bu kadar hızlı ve agresif bir şekilde ilerleyebileceği pek beklenmiyordu. Ancak İdlib’de 7-8 yıldır süren bir teokratik devleti inşa sürecinin olduğu biliniyor. HTŞ’nin bu süreçte, Türkiye’nin kontrol edebileceği bir yapı olmadığı da açık. Bununla birlikte, HTŞ’nin bu derece silahlanabilmesi, militanlarının disiplinli ve iyi donanımlı olması, dış destek ihtimalini gündeme getiriyor. Bu destek iddiaları arasında, İngiltere, ABD ve İsrail gibi aktörlerin yer aldığı söyleniyor. Hatta geçen yazdan bu yana, Ukraynalı subayların İdlib’e gelerek drone eğitimi verdiği iddia ediliyor.
İlginç bir şekilde, 27 Kasım’da HTŞ’nin saldırıları başlamadan önce Lübnan’da iki aylık bir çatışmanın ardından sabaha karşı 5’te bir ateşkes ilan edildi. Bu gelişmenin ardından, birkaç saat içinde İdlib’den HTŞ’nin saldırıları başladı. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun 26 Kasım akşamı “Lübnan’da Hizbullah’a büyük zarar verdik, Esad da kendine dikkat etsin” açıklaması yapması, İsrail’in HTŞ saldırılarıyla bağlantısı olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor. İsrail’in son bir yılda Lübnan ve Suriye’de İranlı milis grupları hedef alarak İran’ın bölgedeki nüfuzunu azaltmayı amaçladığı biliniyor. Bu nedenle, HTŞ’nin saldırılarının İsrail’in çıkarlarıyla örtüşmesi olası bir durum olarak değerlendiriliyor. Ancak bu bağlantıyı kesin olarak kanıtlamak mümkün değil.
HTŞ’nin lideri Ebu Muhammed Colani’ye dair detaylar da bu tartışmaların önemli bir boyutunu oluşturuyor. Colani, 2003 yılında Irak El-Kaide’sine katılmış ve zamanla Suriye’ye gönderilerek Nusra Cephesi’ni kurmuş bir figür.
Colani, 2020’den itibaren kendisini daha ılımlı bir lider olarak tanıtmaya çalışıyor. Hatta 2021 yılında Batı basınına verdiği bir röportajda El-Kaide ile bağlarını 2016’dan itibaren kestiğini iddia etti. Ancak, HTŞ’nin geçmişte Nusra Cephesi olarak bilindiği dönemde bile ABD tarafından 2012’de, 2018’den sonra da Türkiye tarafından terör örgütü olarak tanındığı unutulmamalıdır.
“SURİYE’DE, TALİBAN BENZERİ BİR DEVLET YAPISI ORTAYA ÇIKABİLİR”
-Bu noktada önemli bir soru ortaya çıkıyor: Eğer Suriye’de Esad rejimi yıkılırsa ve Şam ele geçirilirse, HTŞ meşru bir yapı olarak kabul edilebilir mi?
Colani’nin bu süreçte liderliği üstlenmeye çalıştığı açık. Ancak, Suriye’nin geleceği açısından bu sorulara net bir yanıt verilmesi kritik öneme sahip.
Suriye’deki son gelişmeler ışığında, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) lideri Ebu Muhammed Colani’nin uluslararası alanda meşruiyet kazanma çabaları dikkat çekiyor. Colani, son röportajlarında kendisini ılımlı bir lider olarak tanıtıyor ve HTŞ’nin yönetiminde olduğu bölgelerde Hristiyan azınlıklara iyi davrandığını, düzen sağladığını iddia ediyor. Bugün CNN’de yayınlanan Colani röportajı, HTŞ’nin uluslararası meşruiyet arayışını güçlendirme çabalarının bir parçası olarak değerlendirilebilir. Ancak geçmişte İdlib’deki uygulamaları dikkate alındığında, Colani’nin ne kadar “ılımlı bir aktör” olduğu konusunda ciddi şüpheler mevcut.
Colani’nin Suriye’nin büyük şehirlerini ele geçirip bir devletin başına geçme ihtimali ciddi bir tartışma yaratıyor. Böyle bir senaryoda, HTŞ’nin terör listesinden çıkarılması ve Batı tarafından olumlu bir aktör olarak sunulması olasıdır. Ancak bu durum, Suriye’nin geleceğinde Taliban benzeri bir devlet yapısının ortaya çıkma riskini de beraberinde getiriyor. Bu tür bir yapı, Türkiye açısından ciddi bir tehdit oluşturabilir. Özellikle Türkiye’nin desteklediği Milli Ordu ve PYD-PKK ile çatışmalar sırasında HTŞ’nin farklı bir pozisyon alarak PYD ile doğrudan çatışmaktan kaçındığı görülüyor. PYD’nin eski lideri Salih Müslim’in HTŞ’ye ilişkin “konuşulabilir bir aktör” ifadesi de bu gruplar arasında olası bir uzlaşmaya işaret ediyor.
HTŞ’nin ABD ile ilişkilerinde de dikkatli bir politika izlediği görülüyor. ABD’nin HTŞ’yi terör örgütü olarak tanımaya devam etmesi, bu örgütün meşruiyet arayışını sınırlayabilir. Ancak PYD ile HTŞ arasında bir uzlaşma sağlanırsa ve ABD, HTŞ’yi terör listesinden çıkarırsa, bu durum federatif bir Suriye yapısının önünü açabilir. Türkiye için bu tür bir senaryoda güney sınırında iki terör devletiyle karşı karşıya kalma riski ortaya çıkacaktır. Bu, Türkiye açısından ciddi bir güvenlik tehdidi yaratabilir ve dış politika stratejilerini yeniden şekillendirmesini gerektirebilir.
HTŞ’nin son saldırılarının arkasındaki destek konusu da tartışmalı bir noktadır. Özellikle Arap basınında, HTŞ’nin bu çapta bir saldırı gerçekleştirebilmesi için arkasında büyük güçlerin olması gerektiği görüşü sıkça dile getiriliyor. ABD, İngiltere, İsrail ve Türkiye gibi aktörlerin isimleri bu bağlamda öne çıkıyor. Ancak Türkiye ile HTŞ arasında geçmişte yaşanan gerilimler, bu ilişkiye dair iddiaları sorgulatıyor.
Örneğin, HTŞ’nin birkaç yıl önce Afrin’e zorla girmesi üzerine Türkiye’nin askeri müdahale ederek bu grubu bölgeden çıkardığı biliniyor. HTŞ’nin tehlikeli bir grup olduğu ve Türkiye’nin desteklediği Milli Ordu içerisindeki unsurları kendi yanına çekme çabalarının kısmen başarılı olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır.
“HTŞ, ABD ÜZERİNDEN PYD İLE BİR İLETİŞİM KURARSA, İŞLER DAHA DA FARKLI BİR NOKTAYA GELEBİLİR”
-HTŞ’nin Halep ve çevresindeki hızlı ilerleyişi, Türkiye’nin desteklediği gruplar üzerindeki etkisi ve olası çatışma senaryoları açısından ne anlama geliyor? Türkiye’nin HTŞ’nin sınır hatları üzerindeki kontrolü bir koz olarak değerlendirilebilir mi, yoksa bu durum HTŞ’nin Şam’a ilerlemesiyle daha büyük bir güvenlik riskine dönüşebilir mi?
Sonuç olarak, Suriye’deki bu çatışma ortamı ve HTŞ’nin yükselişi, Türkiye ve bölgedeki diğer aktörler için ciddi bir tehdit ve belirsizlik yaratıyor. Esad’ın denklemden çıkarılması durumunda bile, birleşik, üniter ve demokratik bir Suriye’nin inşa edilmesi konusunda büyük kaygılar mevcut. Türkiye’nin bu süreçte olayları izlemekle yetinmesi, uzun vadede daha büyük güvenlik risklerine yol açabilir. Bu nedenle, Türkiye’nin bölgedeki gelişmeleri daha proaktif bir şekilde yönetmesi gerekebilir.
Dolayısıyla mesela şöyle bir örnek vereyim: Türkiye'nin desteklediği Milli Ordu unsurları, Türkmenlerden oluşan Sultan Murat Tugayları, Halep’in doğusundaki elektrik santralini ele geçirdiler. Ancak HTŞ hemen “Oradan çıkın” dedi ve militanlarını göndererek Sultan Murat Tugayları’nı çatışmayla oradan çıkardı. Daha sonra da bir bildiri yayınladı ve “Bunlar yağma yapmaya geldiler” dedi. HTŞ, çatışmayı göze aldı ve karşılığında Milli Ordu da bir bildiri yayınlayarak “HTŞ, bizim Esad ve Şii milisler karşı mücadelemizde engel teşkil ediyor” ifadelerini kullandı.
Halep şu anda HTŞ ve İdlib’deki HTŞ’nin kurduğu Ulusal Kurtuluş Hükümeti tarafından yönetiliyor. Bu yönetime karşılık, Türkiye’nin desteklediği bir diğer örgüt olan Suriye Geçici Hükümeti (Antep’te bulunuyor) ise Halep üzerinde herhangi bir nüfuza sahip değil. Milli ordunun da bir etkisi yok.
Muhtemelen çatışmanın nasıl sonuçlanacağı henüz belli değil. Ancak Halep ya da kuzeydeki bölgeler konusunda Türkiye destekli Milli Ordu ile HTŞ arasında bir çatışma ihtimalini göz ardı etmemek gerek. HTŞ’nin bu kadar güçlenmişken Türkiye ya da milli orduya buradaki kazançlardan pay vermek istememesi de muhtemel. Hele ki HTŞ, ABD üzerinden PYD ile bir iletişim kurarsa, işler daha da farklı bir noktaya gelebilir. Türkiye’nin yaptığı resmi açıklamalara baktığımızda ise olayları dışarıdan izlemeyi tercih ettiği ve gelişmeleri takip ettiği görülüyor.
“TÜRKİYE VE DİĞER ULUSLARARASI AKTÖRLER, HTŞ’NİN ŞAM’I ELE GEÇİRDİĞİ TAKDİRDE HALA TERÖRİST OLARAK GÖRMEYE DEVAM EDECEK Mİ?"
Bu bağlamda Türkiye’nin elinde şöyle bir koz var: HTŞ’nin ikmal yapabileceği tek yer Türkiye. Reyhanlı’daki sınır kapısının karşısında bulunan Bab el-Hava sınır kapısı HTŞ’nin kontrolünde. Türkiye’den her türlü mal giriş çıkışı HTŞ’nin kontrolünde olan bu kapıdan sağlanıyor. Eğer bir çatışma olasılığı olursa, Türkiye muhtemelen HTŞ’nin ikmal hatlarını kesebilir. Ancak Şam gibi stratejik bölgeleri ele geçirmiş, bu denli büyümüş bir HTŞ’yi kontrol etmek kolay olmayabilir.
Burada önemli olan şu: Türkiye ve diğer uluslararası aktörler, HTŞ’nin Şam’ı ele geçirdiği takdirde hala terörist olarak görmeye devam edecek mi? Eğer terörist olarak görürlerse çatışma başka bir noktaya taşınır. Ancak terörist olarak görmemeleri durumunda Taliban benzeri bir devletle karşı karşıya kalabiliriz.
“HUMUS, ÇATIŞMAYI ŞEKİLLENDİREBİLECEK STRATEJİK BİR KENT"
-Bugün Hama’ya kadar ilerlediler ve burayı ele geçirdiler. Peki, Hama’nın önemi nedir?
Hama, Suriye’nin güneyine inişte ortada bulunan bir kent. Tarihi olarak da Hafız Esad zamanında Müslüman Kardeşler önderliğinde gerçekleşen bir isyan hareketinin sert bir şekilde bastırıldığı bir yer olarak biliniyor. Hafız Esad, Hama’da büyük bir katliam gerçekleştirerek kenti bombalamıştı. Bunun psikolojik bir etkisi var. Dün HTŞ ve müttefikleri Hama’ya girdiklerinde bu geçmiş olaylara atıfta bulunularak rejimden intikam alındığına dair söylemler ortaya çıktı. Tabii kentin ele geçirilmesi kolay olmadı; üç gün boyunca sürekli saldırılar düzenlendi. Dün öğlenden sonra HTŞ Hama’nın merkezine girdi. Bugün hâlâ bazı Suriye birliklerinin bölgede olduğu söyleniyor. Ancak HTŞ ve yanındaki diğer gruplar Hama’dan güneye doğru Rastan’a ilerliyor. Sabah itibarıyla Rastan’ı da ele geçirmiş görünüyorlar.
Rastan’dan sonra Humus’a geçmeyi planlıyorlar. Hama, Suriye ordusunun savunma yapması açısından coğrafi olarak elverişli bir bölgeydi. Bu nedenle Suriye ordusu burada savunma yapmaya çalıştı. Ancak Suriye ordusu ciddi anlamda zayıflamış durumda. Suriye ordusunun HTŞ’ye kıyasla çok daha az adamı kaldı.
Buradaki askeri birliklerinin bir kısmını da çektiler. Yine Esad'a destek veren Lübnan Hizbullahı vardı. Mesela, eğer Hizbullah Suriye'de, Halep'te olsaydı, Halep bu kadar kolay düşmezdi. Ancak biliyorsunuz, Hizbullah da iki aydır İsrail'le savaşıyor. Lider kadrosu dahil olmak üzere, lideri Nasrallah da dahil, çok ciddi kayıplar verdiler. İsrail son bir aydır, Hizbullah'ın Suriye'ye destek göndermesini engellemek için, Suriye sınırındaki tüm sınır kapılarını bombalıyor.
Dolayısıyla Hizbullah'ın Suriye'ye destek gönderme şansı yok. Şu anda Esad, ordusundan kalan ve milis gruplarına dönüşmüş bir yapıyla kendini savunmaya ve dışarıdan destek bulmaya çalışıyor. Suriye dışişleri bakanı, Irak'a Şii milislerden destek talep ettiği bir ziyaret gerçekleştirdi ancak Irak'ın bu konuda sıcak bakmadığı belli oluyor. Colani dün bir mesaj vererek Irak Devlet Başkanı'na "destek göndermeyin" şeklinde bir çağrıda bulundu.
Hama'da tutunamayan Suriye ordusu ve yanındaki Şii milisler ile Suriyeli milisler, şu anda güneydeki Humus’a çekildiler. Humus, çatışmayı şekillendirebilecek stratejik bir kent. Eğer Humus, HTŞ'nin eline geçerse, Lazkiye'deki Rus üssü ile Şam arasındaki bağlantı kesilecek. Bu da HTŞ için Şam'ın üzerine yürümeyi oldukça kolay hale getirecek. Tabii ki bu, ancak dışarıdan biri müdahale etmezse gerçekleşebilir.
“IRAK'TAN DESTEK GELMESİ İHTİMALİ DÜŞÜK"
-Doha'da Rus, İran ve Türk Dışişleri Bakanları'nın bir toplantısı olacak. Bu toplantıdan çatışmayı durduracak şartlar ortaya çıkar mı?
Bu konuda şu ana kadar bir ilerleme sağlanmadı. Belki mevcut bir statükonun oluşmasını sağlayabilir. Ancak Esad'ın dışarıdan destek bulamadığı takdirde Şam'ı savunması çok zor olacak.
Eğer bu hızla ilerleme devam ederse, önümüzdeki bir hafta içerisinde ya Şam'da çok şiddetli çatışmaların olduğu sahneleri göreceğiz ya da Şam'ın öncesinde Humus'un düşmesiyle birlikte Esad ya ülkeyi terk edecek ya da Ruslarla birlikte ayrılacak. Esad'ın bu saatten sonra bu saldırıyı durdurup kuzeye ilerlemesi ise büyük bir sürpriz olur.
Rusya'nın Ukrayna savaşına odaklanması nedeniyle buraya ciddi bir askeri güç kaydırması şu an mümkün değil. Hizbullah'ın İsrail baskısından dolayı hareket etme şansı yok. Irak'tan destek gelmesi ihtimali de düşük.
Bu bağlamda, eğer HTŞ, büyük kentlerin hepsini ele geçirirse Esad denklemin dışına çıkacak. Muhtemelen, PYD'nin kontrolü altında bulunan Fırat'ın doğusundan, Irak sınırı boyunca İsrail'e kadar bir bağlantı kurma ihtimali ortaya çıkabilir. Ülke fiili olarak ikiye bölünmüş olacak. Türkiye, sınır bölgesinde, Tel Rifat ve Afrin gibi yerlerde milli ordu aracılığıyla bir hakimiyet alanı kurabilir. Ancak iki tehlikeli aktör geniş bölgeye hâkim olacak: ABD'nin desteklediği PYD ve destekçisi tam olarak belli olmayan HTŞ.
Bu durum, Türkiye için oldukça kritik ve olumsuz sonuçlar doğurabilir. Türkiye'nin bu noktada çok dikkatli olması gerekiyor. Ne olacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz.